Canımı Sıkan Keriz Fırsatçıları

Herkesin morali bozuk, canı çok sıkkın…

Niye?

Kiminle konuşsam enseyi karartmış, moral bozucu can sıkıcı olumsuz cümleler kullanıyor.

Belki de en çok ihtiyacımız olan bir dönem de pozitif enerji yerine herkes bir birine negatif enerji pompalıyor.

En çok kullanılan olumsuz kelime ise “kriz”

Kullananlar yayanlar ağırlıklı ‘Kriz fırsatçıları’

Krizi veya olumsuz havayı tırmandıran yine biziz. Kendi ayağımıza kurşun sıkmakta üzerimize yok!

Adamın cebinde parası var, yediğinden içtiğinden lüks hayatından vazgeçmiyor ama ‘kriz var’ deyip piyasaya borcunu ödemiyor veya öteliyor.

Devlet özellikle Rusya krizinden kaynaklı turizm ve tarım sektörüne yeter veya yetmez bazı destekler verdi. Borçların ötelenmesi, mali destek vs hepsi TBMM’den geçti.

Buradan sormak istiyorum; Turizm sektörünün borçlarını öteledi, mali destek paketleri açıkladın da karşılığında onlar ne verecek?

Hükumet tarım ve turizm sektörüne verdiği kriz desteğinin karşılığında mutlaka bazı şartlar ortaya koymalıydı. Krizden etkilenen sektörler gücünü kullanarak devletin kapısını çaldı ve koparabildiği kadar destek kopardı.

Peki krizi bahane ederek onlarca garibanın işine son verenler yine onlar değil mi?

Yine krizi bahane ederek onlarca küçük esnafa yani tedarikçi firmalara borçlarını ödemeyen, veya aylar sonrasına öteleyenler kim?

Antalya yatağa doydu, yatak obezi olduk yatak teşviki vermeyin diye yazıp çizerken kimse bizi dinlemedi, bugün yandık bittik Ruslar gelmiyor batacağız diyenler düne kadar durmadan yatağa yatırım yaptılar. Antalya ve çevresinde hala otel inşaatları devam ediyor. Neden?

Plansız programsız, devlet parası ve banka kredilerine dayalı turizmcilik olur mu? Olursa işte sonucu böyle oluyor. Bugün Rusya yarın başka bir ülke Antalya’ya gelmiyorum dediğinde yine benzer krizler yaşanacaktır. Turizm veya bir başka sektörün böylesi kritik durumlar karşısında bir B planı var mı acaba? Var olduğunu ben düşünmüyorum.

Antalya Gazeteciler Cemiyeti olarak her sene çok sayıda yabancı gazeteci ağırlıyoruz Antalya’da kentin ülkemizin tanıtımına katkı sağlıyoruz. Cemiyet olarak bizim otelimiz, uçağımız, acentemiz veya turizmden gelir elde eden bir mağazamız filan yok. Kentimizin tanıtımına katkı sağladınız diye kimse bize teşekkür de etmiyor. Ben teşekkürden vazgeçtim inanın gelen bir yabancı gazeteciyi bir gece misafir edebilmek için kapı kapı oda dilendiğimi çok hatırlıyorum. Ruslar gelmiyor, Avrupa satışları düştü diyerek ağlayanlar şu saate kadar destek için kapımızı çalmış değil.

Biz hangi krizden bahsediyoruz acaba?

Sahiden kriz var mı?

Borcunu ötelemek veya ödememek için kimse bu bahanelerin arkasına sığınmasın. Kriz yok memleketi keriz yerine koyanlar var.

Herkes devasa tesisler yaparken uzun vadeli planlar da yapacak. Böylesi olumsuz durumlar karşısında kriz planlarını devreye sokacak. Durmadan odaya değil var olan odaları cazip hale getirecek satabilecek alternatif yatırımlara pazarlara yönelecek.

Hiç kimse kriz var deyip bahaneler üretip ağlayıp sızlamasın zaten bu hareketin kimseye faydası da yok!

Biz ne krizler görmüş atlatmış bir milletiz. Bu da geçecektir.

Kimse moralini bozmasın.

Türk turizmi belki de tarihinin en önemli sınavını veriyor.

Sınavın neticesini;

Bu yaşadığımız olumsuzluklar bittiğinde,

Bulanık sular berraklaştığında,

Karanlık geceler aydınlandığında göreceğiz artık!

Aydınlık yarınlarda buluşmak üzere…

Türk-Rus krizini kim çıkardı?

Rus jetini Suriye sınırımızda düşürdüğümüz ilk günden beri ülkemiz ve Rusya ilişkileri iyice çıkmaza girdi.

Krizden iki sektör bariz şekilde etkilenmiş görünüyor.

Turizm ve tarım.

İkisinin de başkenti ANTALYA

Bölgeye tatil amaçlı gelen 4 milyonu aşkın Rus turistin yanı sıra yerleşik olan 50 bin civarındaki hemşehrimiz konumundaki Ruslar Antalya’ya ‘ikinci vatanımız’ diyor. Türklerle evli, çoluğa çocuğa karışmış Rusların sayısı da 18 bini aşmış, kendi Rus okulları, caddeleri ve neredeyse Kril alfabesi ile donatılmış mahalleleri var.

Rusya’da iş yapan ve yaşayan Türkleri de hesaba katarsak artık dost değil akraba olmuşuz. Türk-Rus krizini değerlendirken salt ekonomik veya siyasi boyuttan bakmak doğru değildir. Ruslar tatile gelmiyor, tarım ürünlerimizi almıyorlar diye ‘yandık bittik kül olduk’ deyip ağlamak sorunun ateşini düşürmediği gibi daha fazla alevlenmesine neden olmaktadır.

Hadi domates, biber, patlıcanı satacak ülkeyi bulduk, 4 milyon turist kaybımızı da başka ülkelerden çözdük kabul edelim, peki iki ülkede yatırım yapan işadamları, uzun yıllara dayalı manevi bağlar oluşturan ailelerin, çoluk çocuk, anne baba binlerce insanın sorununu nasıl çözeceğiz?

Elbette bir ülke sınırlarını koruyacak, ülkenin çıkarı neyi gerektiriyorsa onu yapacaktır. Buna kimsenin itirazı olamaz. Rusya da itiraz etmiyor zaten. Fakat bir ülke ile bu kadar el ele iken sınır ihlali gerekçesiyle uçağını küt diye düşürüyorsa çok şeyi göze almış demektir. Hele uçağı düşürülen ülke Rusya ise durum daha vahim demektir.

Kimse oturup bu olayı milliyetçilik söylemleriyle körüklememelidir. Senin topraklarını hangi ülke savunuyor? Füze savunma sistemlerin nereden geliyor? NATO kim? Türkiye’nin elinde neyi var? Bölgede efelik yapacak güçte bir ülke miyiz?

Küresel güçler etrafımıza asker, silah ve savaş gemileri yığınağı yaptı. Peki bu ne anlama geliyor? Her yanımız ateş altındadır. Böylesi bir çoğrafyada bizim düşmandan çok gerçek dost, müttefik ülkelere ihtiyacımız yok mu? Neden Rus uçağı? Hala cevap bekleyen soru çok fazla. Bu krizin kazananı Batılı ülkeler kaybedeni ise Türkiye ve Rusya’dır.

Türkiye’nin Doğu ve Ege sınırları ihlal kevgirine dönmüş, vatan savunmasındaki onlarca asker, polis ve vatandaşımız sınırlarımızı ihlal eden teröristlerce öldürülmüş, bir tane bile uçak düşürülmemiş, en sıkı müttefikimiz, dostumuz, akrabamız konumundaki güçlü bir devletin uçağını sınırımızı ihlal ettiği gerekçesiyle küt diye düşürüyoruz!

Şimdi böyle düşündüm, yazdım diye beni vatan haini ilan edenler de olacak! Bu yazı toprağımızdan sınırlarımızdan ödün verme yazısı değildir. Dünyayı dolaşan bir insan olarak yeni dünya düzeni gerçeklerinin öyle oturduğumuz yerden ahkam kesmek olmadığını küresel dünyada büyük devlet olmanın şartlarının değiştiğini anlatmaya çalışıyorum.

Dik durmanın, ayakta kalmanın yolu boşa diklenmekten, her önüne gelenle kavgaya tutuşmaktan geçmiyor. Doğu bölgelerimizde yaşananlar ortada. Türkiye’nin kendi içinde verdiği mücadele, kavga zaten yetip artıyorken koskoca bir devletle de kavgaya tutuşması mücadele etme gücü kudreti var mı?

Varsa o zaman ağlamaya sızlamaya gerek yok, ben yazdıklarım için özür dilerim.

Bizim de üyesi olduğumuz NATO ülkeleri, Türkiye’nin dostu mu acaba? Yarın bizim başımıza bir iş gelse, bugün Esat için varını yoğunu Suriye’ye harcayan Rusya’nın Suriye için yaptıklarını, herhangi bir NATO ülkesi Türkiye için yapacak mı? Rusya’nın ve diğer ülkelerin Suriye’de, Irak’ta, bölgede ne işi var? Mesele IŞİD’mi? IŞİD’i kim kurdu? Şimdi herkes onunla neden mücadele ediyor?

Türk-Rus krizi durduk yerde mi çıktı? Bana göre, HAYIR!

Bölgede Rusya gibi cesur davranacak yanımızda yanıbaşımızda bir dostumuz var mı?

Tabii ki YOK!

Peki Rusya’nın uçağını neden düşürdük? Neyi göze aldık? Rusya bizim düşmanımız mıydı? Bölgede bize siyasi ve askeri tehdit oluşturan bir ülke miydi? Öyle ise onca emek, dostluk, işbirliği, yapılan ticari ve siyasi alışveriş niye? İnsan her şeyini paylaşır hale geldiği el ele tutuşup rahat rahat gezindiği bir arkadaşını bir çırpıda yok sayar mı?

İlişkilerin normale dönmesi ve düzelmesi için ne kadar çaba sarf ediyoruz?

Batı dünyası bölgenin güçlü, her alanda işbirliği yapar hale gelen dost müttefik iki ülkeyi birbirine düşürmeyi hep kolladı, coğrafyada yeniden toparlanan Rusya’dan Türkiye’yi kopartıp kendilerine emir kulu yapmak için maalesef bizi böyle bir oyuna getirdi. Belki de bizim bilmediğimiz devletlerin başındakilerin bildiği çok daha büyük plan ve oyunun bir parçası olduk. Ne yazık ki bu oyuna sadece Türkiye değil Rusya da gelmiştir.

Rus uçağı düştüğünde, evet NATO dil ucundan da olsa ‘Türkiye haklı, yanındayız’ dedi ancak hiçbir ülke ‘Türkiye’nin Rusya krizinden kaynaklanan zararını biz tazmin ediyoruz, kotaları kaldırıyoruz, elinizde kalan domatesi biberi patlıcanı derhal alıyoruz, ülkenize daha fazla turist göndereceğiz, size destek olacağız, Türkiye’nin yanındayız’ demedi.

Türkiye ne zaman biraz ayakları üstüne doğrulsa bir yerlerden darbe yiyor. Batı AB yalanıyla 60 yıldır Türkiye’yi kapısında oyalıyor. Dik duran çok fazla liderimiz olmadı. Var olanları yaşatmadılar. Yaşayanların da yaşamaması için ne varsa yaptılar.

Yıllardır başımıza önce ASALA sonra PKK ve diğer terör örgütlerini yine NATO üyesi Batılı dostlarımız bela etti. Hep onlar besleyip saldılar üstümüze.

Neden?

Ruslar ile dost, müttefik olmamız, ticari ve siyasi bölgede işbirliği yapmamız gerçekten birilerini çok ama çok rahatsız etti.

Umarım her iki ülke bu oyunu fark eder, yara daha fazla büyümeden yeniden eski günlerimize döneriz.

Türkiye’nin menfaati için ne lazımsa nasıl adımlar atılacaksa bunun hızla atılması, kime ne görev düşüyorsa da barış için devreye girmesi gerekiyor.

Aydınlar, yazarlar, işadamları, siyasiler, sivil toplum örgütü temsilcileri ve diğerleri hepinize barış için tarihi görev düşüyor.

Gazeteciler olarak biz barış için göreve hazırız.

Dost ve barış içinde kalın.

Dünya Şehri Antalya!

Dünya’nın en çok ziyaret edilen şehirleri arasında yer alan Antalya, bugünlerde belki de tarihinin en önemli anlarından birine daha tanıklık ediyor.

Obama gibi, Putin gibi G20’ye üye ülke liderlerini 14-18 Kasım tarihleri arasında Antalya’da ağırlıyoruz.

Bu organizasyon hem Türkiye açısından, hem de bir turizm kenti olan Antalya’nın tanıtımı açısından müthiş bir fırsattır.

Dört gün boyunca tüm dünyanın gözü kulağı Antalya’da olacak.

Yaklaşık 3 bin yerli ve yabancı gazeteci izliyor zirveyi. Yapılacak yayınlar, haberler, yazılan köşe yazıları Antalya’nın marka değerini zirveye taşıyacak; ayrıca bunun ilk pozitif yansımalarını da 2016 turizm sezonunda ve gelecek yıllarda alacağımızı düşünüyorum.

G20 Liderler Zirvesi nedeniyle, devlet Antalya bölgeye kısa zamanda çok ciddi yatırımalar da yaptı. Köprüler, yeni yollar, kavşaklar, alt-üst geçitler, yeni peyzaj çalışmaları derken Antalya 6 ay gibi kısa bir zamanda ciddi devlet yatırımları aldı.

Biliyoruz ki 4 gün boyunca Antalya´da adeta kuş uçmayacak. Özellikle zirvenin yapıldığı Belek bölgesi ve liderlerin geçeceği güzergahlarda hayat duracak. Bu tür zirvelerin yapıldığı bazı metropol şehirlerde hayat adeta hayat duruyor. Biraz sıkıntı çekeceğiz ama sonunda kazanan Antalya olacaktır.

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel dün gazetecilere G20 zirvesi, Expo2016 ve diğer organizasyonlar hakkında bilgiler aktarırken Antalya’nın çok ciddi kazanımlar elde ettiğini söyledi. Ben de aynı fikirdeyim. Antalya’ya 3 liralık yatırım yapın 10 TL kazanın.

Örneğin 2016 Nisan ayında yine Antalya’da yapılacak olan ‘çiçek ve çocuk’ temalı uluslarası dünya EXPO oragnizasyonu da belki sorunlu ilerliyor ama hep beraber göreceğiz ki, Antalya için çok ciddi bir kazanımdır.

Antalya sıradan bir şehir değildir.

Bu kente başta devletimiz olmak üzere, şehrin gerçek sahipleri olan sakinleri ve yönetenler göz bebeği gibi bakmak zorundadır. Türkiye’nin ekonomik yapısını, yani cari açığı Antalya düzeltecektir. Tabi ki yatırımla, kentin az kalan değerlerini korumak suretiyle…

Kasım ayının ortalarına gelmemize rağmen Antalya’da hala denize girenleri görüyoruz. Gerçekten iklimiyle, doğası, denizi, güneşi ve tarihi değerleri ile Antalya çok kıymetli, aynı zamanda özel bir şehirdir.

Antalya’nın bana göre tek eksiği, kentin asıl sahipleri olan yönetici ve yaşayanların birlik içinde olamamasıdır. Maalesef el ele verip kent menfaatleri için bir sinerji oluşturamıyoruz. Siyaset, kişisel ego ve menfaatler, kıskançlıklar hepsi bu sözünü ettiğim sinerjinin önünü kesiyor.

G20 Antalya zirvesi ve EXPO gibi organizasyonlardan elde ettiğimiz kazanımları korumak ve bunu sürdürülebilir hale getirmek için elbette daha çok çalışmamız lazım.

Kenti için çabalayan, çalışan, gayret eden, taşın üstüne taş koyanlara da teşekkür etmek lazım.

Dileğim, bu organizasyonlardan kazasız, belasız, sorunsuz alnımızın akıyla başarıyla çıkmaktır.

Antalya geçmişte bu tarz organizasyonları başarılı bir şekilde yaptı, yine yapacaktır.

Bu Kavga Bizim Kavgamız Değil!

Ülkemin canı çok sıkkın…

Etrafta morali düzgün olan kimsecikler yok desem abartmış olmam sanırım.

Herkes gergin, tek soru var; ‘ne olacak ülkemin hali?’..

Bu topraklarda olup bitenlere, bir hiç uğruna kaybettiğimiz canlar, sönen ocaklar, çöpe giden kazanımlara bakarsak kaygılar yerinde diyebiliriz…

Böylesi bir dönemde yurdum insanının, ülkesini milletini sevenin yüzü nasıl gülsün?

Gülen yok mu? Tabii ki var…

Türkiye’nin kötü gidişine, kardeşin kardeşi öldürdüğüne, düşman olduğuna sevinen çok hain var.

Türkiye ne zaman biraz ayağının üstüne doğrulsa benzer olayları yaşıyoruz. Neden?

Bir kaç defa en hassas tarafımız olan inançlarımıza dayalı bir mezhep kavgasına sokmak istediler yurdumu. Özellikle üzerinde yaşadığımız coğrafyayı birlikte inşa ettiğimiz Alevi ve Sünni kardeşlerimizi karşı karşıya getirmek istediler ama başaramadılar…

Kendi içimizdeki hainleri de saflarına katan, Türkiye’nin tarihten kalan düşmanları bir türlü kirli ellerini çekmedi üzerimizden.

Son umutları kalmıştı. Bu coğrafyanın ortak sahipleri Türk ve Kürt kardeşleri birbirine kırdırıp, bölmek, parçalamaktı gayeleri. Türkiye’yi bitirmek, ayağa kalkmasını engellemek için başkaca planların olduğunu bilmeyen var mı? Bu oyuna geldik mi? Yaşananlara bakarsak eğer kısmen de olsa oyuna hem de göz göre göre geldik, gelmeye de devam ediyoruz.

Türkiye’nin düşmanları ve onun içerideki uzantılarının tek bir amacı var, tıpkı çevremizde olduğu gibi, mezhep veya etnik yapıya dayalı bir iç savaş çıkartıp Türkiye’yi bölmek parçalamak bitirmek. Yakın komşularımız Irak ve Suriye hatta yıllardır ezilen bir türlü güneş yüzü görmeyen Filistin’e yapılanlar. Hiç mi örnek alınmaz…

Kız alıp verdiğimiz, kısaca kandaş, akraba olduğumuz Kürt kardeşlerimizle tarih boyu bu coğrafyada ufak tefek sorunlara rağmen bir arada yaşama kültürüne erişmişiz. Büyük bir oyunun, geri dönüşü olmayacak kadar tehlikeli bir girdabın içine çekilmek istendiğimizin farkında mısınız?

Son günlerde tırmanan terör olayları nedeniyle canı yanan milletimizin haklı demokratik tepkisini anlamakla birlikte, bu tepkisini verirken cana mala kasteden saldırıları kim onaylar? Sizce bu olaylar masum şeyler mi?

Bu kavga bizim kavgamız olamaz…

Sadece kimliğinde Doğu doğumlu veya fiziki yapısı Kürt’e benziyor diye bir insanı dövmeye kalkışmak tam da Türkiye’nin düşmanlarının istediği şey değil mi?

Gidin Çanakkale’ye mezar taşlarına bakın orada ülkesi için can verenlerin hangi kentlerden olduklarına! Kürt veya Alevi, fikri, inancı, milleti, görüşü ne olursa olsun insana insanca bakmak gerekmez mi?

Batı dediğin bünyesinde barındırdığı medeniyet kendinden başkasını tanımıyor, kabullenmiyor. Hele Müslüman muhafazakar bir toplumsanız, bir de Anadolu topraklarında doğduysanız hiç şansınız yok. Sen istediğin kadar batılı olmaya çalış, onların gözünde doğulu, barbar, geri kalmış, üçüncü dünya vatandaşısın.

Halklar nezdinde öyle değilseniz bile ülkelerin geliştirdiği değişmez, tarihsel politikalar bu. Tarih bunu böyle yazmış. Ta ki dünya tarihini sen yazana kadar da bu değişmeyecektir.

Sen batı istedi diye batılı olmaya onlara özenmeye kalkışırsan burnun asla bu pislikten bataklıktan kurtulmaz. Kendi coğrafyanda yaşayanların çıkarları, sosyo ekonomik yapısı ve kültürel değerlerine uygun bir medeniyet geliştireceksin.

Medeniyet dediğin şey nedir ki?

Hoşgörü, saygı, ekonomik özgürlük, bireylerini kutsayan devlet sistemi, inançlara saygılı, özgür, kendini geliştirmiş, uzay çağını yakalamış, kültürlü bir toplum yaratmak değil midir medeniyet?

Siz bunları yapın bakalım, 70 yıldır it gibi kapısında bekletecek mi veya sen batının emir kulu olmayı kabul edecek misin? Ancak aciz kalmış çaresiz toplumlar gider aciz olmayanların kapı kulu olur.

Bu coğrafyada Türkiye Cumhuriyeti diye bir devletin kurulmasına zamanında planlı olarak göz yuman veya yummak zorunda kalanlar bugünlerin nifak tohumlarını Anadolu topraklarına ekip öyle gitmiştir. Şimdi onların hasat zamandır. Eğer o günden bugüne sen kendini yukarıda saydığım şekilde geliştirseydin o tohumlar asla bu topraklarda yeşeremeyecekti.

Oyun sahnede, oyuncular sahnede…

Ben bu oyunun ne izleyicisi ne de bir parçası olmak asla istemiyorum.

Dün olduğu gibi bu günde kardeşçe yaşamak istiyorum bu toprakların sahipleriyle.

Oyuna gelme, oyunun parçası olma diyoruz.

Aman dikkat diyoruz!

Çünkü başka Türkiye yok.

Bu rezilliğin sorumlusu kim ?

Tatilmanya.com adında bir internet sitesi ucuz tatil vaadiyle onlarca kişiden topladığı paralarla siteyi de kapatarak sırra kadem basmış.

Web sitesi üzerinden online satın aldıkları otellere giden tatilciler, görevlilerin “Adınıza bir rezervasyon yok” cevabı üzerine dolandırıldıklarını anlıyor ve adeta çılgına dönüyor.

Bu bir değil, iki değil… Daha önce de benzer dolandırıcılık vakaları defalarca yaşandı. Her seferinde birileri vatandaşı tokatlıyor, geride binlerce mağdur bırakıyor. Görülüyor ki hala tedbir alınmamış. Hala akıllanmamış ders almamışız…

Ne gariptir vatandaşımız da bu tuzağa düşebiliyor. Satın aldığı ürünün doğruluğunu güvenilirliliğini sorgulamadan parasını ödüyor…

Kimdir bu mağduriyetlerin sorumlusu?

Bu tür satış yapan siteleri kim denetler?

Kültür ve Turizm Bakanlığı mı?

TÜRSAB mı?

Meslek örgütleri mi?

Maliye, polis ve bilişim suçlarından, dolandırıcılardan sorumlu yetkililer, neden bu tür vakalar sıklıkla bizde yaşanır? Kanunlarımız mı yetersiz? Yoksa siz mi yetersizsiniz?

Televizyonlara, gazetelere çıkıp boy gösteren, konuştukları vakit mangalda kül bırakmayan koltuk sevdalılarına sormak istiyorum; Türkiye’de bu kaçıncı dolandırıcılık vakası, sayısını hatırlıyor musunuz?

Vatandaş devletine, kurumlarına güven duyduğu için mi bu rezillikleri yaşıyor acaba? Yoksa biliçsiz tüketici olduğu için mi?

“Tatilmanya” gibi binlerce web sitelerinde tesislerinin boy boy fotoğraflı reklamı, tanıtımı yayınlanan otel sahipleri bu dolandırma olaylarında sizin hiç mi payınız yok? Otelinizi pazarlayan bu tür sitelerden güvence, teminat istemiyor musunuz?

Kasasında milyon dolarları olan STK’lar; satış izni verdiğiniz, sitelerinde bilmem ne güvencesiyle diye logolarınızı kullanan bu online satış acentelerini denetlemiyor musunuz? Üyelerden para toplayıp bol bol gezilerde, yemede içmede boy göstermek dışında sizler ne iş yaparsınız?

İşin asıl sorumlusu olan reklam ve rekabet kurumlarıKültür ve Turizm Bakanlığının ilgili memurları vatandaşınız ucuz tatil vaadiyle dolandırılıyor, haberiniz var mı? Keyfiniz rahatınız yerinde mi acaba?

Yaz aylarında tatilciyi mağdur eden dolandıranların haberlerini yapmaktan biz bıktık usandık ama asıl bu işi denetlemekle mükellef olanların sadece bir olay olduğunda “asarız-keseriz-en ağır cezayı veririz” söyleminin dışında kılları bile kıpırdamıyor olması çok üzücü.

Arama motorlarına “ucuz tatil” “bilet” “otel” diye yazdığınız vakit karşınıza binlerce online satış yapan web sitesi çıkıyor. Bir yazılım şirketine parayi verince sizinde bir online satış siteniz olabiliyor. İçeriğinde yazılanlar çizilenler verilen vaatler doğru mu? Güvenilir mi?

Bu işlerin sorumlusu, sahibi sahiden kim, kim denetliyor bunları?

Vatandaş yeter artık diyor!

Bilmem sesini duyan var mı?

Yaşanabilir Antalya için…

Antalya’nın batı ilçelerine hizmet verecek bir havalimanı yapılması konusu, uzun yıllardır konuşuluyor, tartışılıyordu.

Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme eski Bakanı Lütfi Elvan Antalya’dan milletvekili adayı olunca, özellikle hava, deniz ve kara ulaşımı ile ilgili seçim vaatleri ve projeler adeta havada uçuyor… Yalnız bu seçimde diğer seçim vaatlerinden farklı olan, verilen sözlerin mesela Demre’ye yapılacak havalimanı gibi bazılarının daha seçim günü gelmeden startının verilmesi.

Bu noktada hakkını yemeyelim Ak Parti Antalya adaylarının lokomotif ismi Eski Bakan Lütfi Elvan’ın çizdiği iş bitirici profil bariz ön plana çıkıyor.

Lütfi Elvan’nın en iddialı seçim vaatleri arasında olan Antalya’ya 3. havalimanı için seçim sonucu bile beklenmeden düğmeye basıldığını görmek bu konudaki kararlılığı gösteriyor. Projenin hayata geçmesi için ilgililerin Demre’ye gelerek yer tespitinde bile bulunduğunu biliyoruz…

Mesela Elvan’ın Alanya ziyaretinde uzun zamandır çözülemeyen Ankara-Gazipaşa uçuşlarını bir talimatla 2 Haziran itibari ile çözmesi üstelik tam da Alanyalıların istediği uçuş saatleriyle bölgede ciddi bir pozitif etki yarattı. Olası bir Ak Parti iktidarında Lütfi Elvan’ın yeniden Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı olacağını varsayarsak elbette verilen sözlerin takipçisi olmak kolay olur.

Yılda 12 milyonun üzerinde yerli ve yabancı misafir ağırlayan bölgenin doğusuyla batısıyla karadan havadan kolay ulaşıma kavuşması elbette başta turizm olmak üzere bölge ekonomisinin kalkınmasına ciddi katkılar sağlayacaktır.

Kör topal da olsa tüm uçuşlara güç bela açılabilen Gazipaşa Havalimanı’nın Alanya ve çevresine sağladığı katkı asla tartışılmaz. Ancak Antalya’nın doğu ilçeleri ile batı ilçelerinin konumu, nüfusu, ticari hacmi, hatta öncelikli çözüm bekleyen sorunları da aynı değil. Alanya ve çevresi için bir havalimanı zorunluydu. Antalya’ya gelen 12 milyon turistin neredeyse yarısı Alanya ve çevresine gidiyor. Batı ilçelerimizin tamamının nüfusu neredeyse Alanya’ya eşit.

Yetkililer yeni havalimanının Demre’ye yapılmasını öneriyor. Çevresinde Kaş, Finike, Kumluca, Elmalı hatta Fethiye var. Kısa vadede yolcu kapasitesi oldukça düşük kalacaktır. Tıpkı şu anda Burdur-Isparta Havalimanı’nın yaşadığı sıkıntılar yaşanacaktır. Henüz bölge turizm yatırımları açısından bakirdir. Tarımda ise Türkiye’nin üretim merkezidir.

Havalimanı projesiyle birlikte bölgeyi başka tehlikelerin beklediğine dikkat çekmek istiyorum!

Adeta bir açık hava müzesi konumunda olan Demre ve çevresi aynı zamanda doğa harikası koyları, dünyanın en verimli tarım alanları ve ürettiği kaliteli ürünleriyle ön plana çıkıyor. Eğer doğru planlanma yapılmaz ise çok büyük çevre felaketleri yaşanabilir.

Yazdıklarımı kimse yanlış anlamasın, havalimanı yapılmasın demiyorum, yapılsın ama beraberinde çevreyi ve özellikle tarım alanlarını koruyan radikal kararlar da alınsın diyorum.

Havalimanının devreye girmesi demek inşaat sektörünün gözünü bu bölgeye dikmesi demek. Güzelim kıyılarımızın turizm yatırımına açılması, doğanın inşaata, rant avcılarına teslim olması demek. Türkiye’nin yaş sebze meyve deposu konumundaki Kumluca-Finike ve Demreliler tıpkı diğer kötü örneklerde olduğu gibi portakal bahçelerini, seralarını müteahhitlere vererek rant uğruna büyük imar hataları yapacaktır. Örneğin dünyaca ünlü Finike portakalı birkaç yıl sonra yerini dünyanın en kötü beton yapılarına terk edecektir.

Geçmişten ders almamız lazım. Antalya’nın yıldızlı otellere çarpık binalara ihtiyacı yoktur. Bölgenin çok doğru bir planlama ile doğu tarafında yapılan hataları batı tarafında yapmamak lazım.

Başta Lütfi Elvan olmak üzere bölgenin seçilmiş patronu Büyükşehir Belediye Başkanı Menderes Türel ile Antalya’yı Ankara’da temsil edecek tüm milletvekillerine bu konuda büyük sorumluluklar düşüyor.

Turizmde başarılı olmak için önce çevreyi, daha sonra bu sektörü besleyen tarım alanlarını mutlaka korumalıyız.

Yollarımız olsun… Otellerimiz de, binalarımız da, elbette havalimanlarımız da olsun…

Ancak yaşanabilir bir dünya için temiz bir çevremiz de olsun.

Listelerin galibi MANAVGAT, kaybedeni ALANYA´dır

Öncelikle belirtmeliyim ki, yukarıdaki başlık milletvekili aday listeleri açıklandığı andan itibaren beni arayan siyasi otoritelerin attığı bir başlıktır.
Partilerin 7 Haziran seçimlerinde yarışacak adaylar ve sıralamaları dün açıklandı. Listeye girenler, giremeyenler, listede seçilebilecek yerlere yerleşenler…
Sosyal medya polemikleri, tartışmalar, atışmalar, suçlamalar hepsi adeta havada uçuşuyor. Görünen o ki bir süre daha hatta 7 Haziran’a kadar siyasetle yatıp siyasetle kalkacağız.
Turizmin başkenti konumundaki dünya kenti Antalya’yı Ankara’da milletin vekili olarak temsil edecek muhtemel isimler ve partilerin aday tercih sıralamalarını analiz etmek istiyorum.
Dünden beri telefonlarım susmuyor; ‘listeleri nasıl buldun’ diyenler, ‘şu bunu dedi’, ‘bu bunu dedi’ diye bilgi aktarmaya çalışanlar… Birbiri ardına gelen suçlamalar, açıklamalar… Sevinenler, üzülenler, bozulanlar… Kısacası klasik Türk siyaset mantığı ve daha önceleri izlediğimiz filmler…
Partilerin YSK’ya teslim ettiği listeleri inceledim. CHP birçok ilde olduğu gibi Antalya’da da önseçim yaptığı için sıralama ve listeye söylenecek fazla söz yok. Üyeler böyle uygun gördüler ve yılların lideri Deniz Baykal’ı bile 2.sıraya attılar. Ufak tefek mırıldanmalara rağmen en az tartışma yaşanan parti CHP’dir.
MHP bu dönem liste başına yine Manavgatlı bir ismi koydu. Tabanın istemediği bazı isimler ise liste dışında kaldı. Teşkilatlara bakarsak buna da şükür diyecek konumdalar.
Ak Parti ise ilk 5’i teşkilat ağırlıklı yaptı. Bakan Lütfi Elvan teşkilatın da istediği bir isim olduğu için tepki sadece liste dışında kalanlardan geldi. Listeye gireceği garanti gibi görünen ancak devre dışı kalan bazı isimler pek de alışık olmadığımız bir üslup ve yaklaşımla özellikle sosyal medya üzerinden birbirlerine ağır suçlama ve sözlerle yüklendiler.
Listelerin açıklanmasıyla birlikte en büyük tepki Alanya’dan geldi. Seçilecek yerlerde Alanyalı olmaması herkesi çok öfkelendirdi.
Kimine göre bu dönemin galibi Manavgat, kaybedeni ise Alanya oldu.
Eleştirilerin haklılık payı yok mu? Elbette var. Seçilecek yerlerde Alanya’dan her dönem isimler olurken bu sefer yoktu. Manavgat’tan ise Ak Parti’den 1, CHP’den 2 ve MHP’den 3 aday toplamda 6 aday seçilecek yerden listeye girdi.
Manavgatlıları bu liste başarılarından dolayı kutlamak lazım.
Manavgat ve Alanya arasında yıllardır devam eden ‘il olma’ çekişmesine buradan bir çomak da ben sokmak istemiyorum ancak, Alanyalılar oturup “biz nerede hata yapıyoruz” diye kendilerine sormalıdır. Bu yok saymayı, bazılarına göre de çizik yemeyi değerlendirmek durumundadır.
Kimseyi suçlamaya gerek yok. Listelerin seçilecek yerlerinde Alanya’dan aday yok ise bana göre bunun suçlusu partiler olduğu kadar her olaya duyarsız kalan Alanya’nın ta kendisidir. Alanyalı hemşerilerim birbirlerini çekiştirmeyi, paçasından tutup al aşağı etmeyi bırakacak, kendinin değil kentinin menfaati için Alanya gibi çok değerli bir şemsiyenin altına girmek durumundadır. Kısacası özeleştiri yapma zamanı gelmiş geçiyor bile
Partilerin listelerini dikkatli incelediğimizde ilk kez bir genel seçimde Antalya’da “Doğu-Batı” dengesi kurulmamıştır. Hadi doğuyu Manavgat adayları temsil etti diyelim. Kemer, Kumluca, Kaş, Korkuteli, Elmalı, Finike, Demre ilçelerini kapsayan batı ilçelerini temsil edecek seçilebilecek vekil adayı yok.
Belki de doğu batı merkez dengesi bu seçimle tarihe karışmıştır. Bana göre aday bölgeyi temsil edecek yeteneğe, aranan özelliklere sahip olsun da nereden olursa olsun. Sonuçta hepimiz Antalyalıyız. Antalya için çalışmalıyız. Sonuçta seçilecek vekiller de Antalya milletvekilidir.
Adayın şuralı buralı olmasından ziyade, Antalya’nın sorunlarına hakimler mi, Antalya’yı mecliste temsil edebilecek ahlak ve birikime yeteneğe sahip mi, başta turizm, tarım ve ticaret olmak üzere bir dünya kenti olan Antalya’nın vizyonuna uygun şahsiyetler mi, hangi partide olursa olsun bu vasıflara uygun isimleri bulup onlara oy vermek lazım.
Yine listelere baktığımızda yüzde 90 turizmden nemalanan bir kentte turizmci bir aday isim yok. Bence Alanya’yı Manavgat’ı bir kenara bırakıp turizmcilerin bu durumu değerlendirmesini tavsiye ederim.
Türk turizminin yığınla çözüm bekleyen sorunları var. Bu sorunları kim takip edecek, öncülüğünü kim yapacak? Neden bu kadar büyük potansiyeli olan bir sektör bir temsilci çıkaramaz?
Bu da ayrı bir tartışma konusudur.
Bana soruyorlar kim ne kadar vekil çıkarabilir diye. Bu mantık ve isimlerle partilerin meclise göndereceği sayılarda büyük bir değişiklik olacağını düşünmüyorum. Çoğunlukla herkes gidip yine partisine oy verecektir. Az sayıdaki tepki oyları da sonucu fazla etkilemeyecektir.
Cemiyet başkanlığı sıfatım ve mesleğime olan etik bağlılığım nedeniyle taraf görünümü verecek siyasi yazılardan uzak durmaya gayret ediyorum. Her satırımı dikkatlice okuyup, taraf olacak yorumlardan kaçınıyorum.
Umarım milletimiz değerlendirmesini doğru yapacaktır. Seçimler demokrasinin vazgeçilmezidir. Seçim günleri ise demokrasi meyvelerinin toplandığı hasat zamanıdır. Herkesin milli iradeye sandık sonuçlarına saygı gösterme gibi de bir vatandaşlık sorumluluğu vardır.
Ülke olarak zor bir dönemden geçtiğimiz gerçeğini kimse gözardı edemez. Haziran ayında seçilecek vekillerimizi belki de en az 100 yıllık sorumluluk ve vebal beklemektedir. Herkes bunun bilincinde oy kullanmalıdır. Her seçilecek aday da bu bilinçle yola çıkmalıdır.
Partilerde demokrasi teri akıtacak olan adaylara başarılar dilerim. 
Seçim neticelerinin şimdiden vatana millete ve bölgemize hayırlı olmasını temenni ediyorum…

Neler Oluyor ?

Devrimci Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (kısaca DHKP-C), 1994 tarihinde Devrimci Sol isimli, yasadışı Marksist- Leninist örgütün, partileşme kararı alması ile kurulmuştur.Parti; siyasal faaliyetlerve propagandadan sorumluyken, Cephe; askeri örgütlenmeden ve silahlı eylemlerden sorumludur.

DHKP-C terör örgütü üyesi 2 militan, 31 Mart Salı günü Çağlayan´daki adliye binasında, savcı Mehmet Selim Kiraz´ı odasında rehin almış, yapılan görüşmeler sonuçsuz kalınca, iki saldırgan maalesef savcımızı şehid etmiştir. Silah seslerinin duyulmasının ardından başlatılan operasyonda 2 terörist güvenlik güçlerince öldürülmüştür.

Teröristler ve yandaşları bu eylemi, Gezi olayları sırasında öldürülen Berkin Elvan’ın katillerinin bulunmaması nedeni ile intikam amaçlı gerçekleştirdiklerini açıklamışlardır. Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın seçilmesi ise, bu olayı soruşturan savcı olmasıdır.

DHKP-C örgütünün Gezi olaylarında, halk kitlelerini güvenlik güçlerine karşı nasıl kışkırttığını, Berkin Elvan’ın cenazesinde ise, örgütün flamaları altında, eli silahlı, yüzü maskeli oluşturulan kortejde nasıl gövde gösterisi yaptıklarını hepimiz biliyoruz. O zamanlar siyasi çıkar elde etmeye çalışanlar, bu olaylara seslerini çıkarmadılar hatta alkış bile tuttular.

DHKP-C gibi taşeron bir terör örgütünün yaptığı eylemleri kimse mazur gösteremez. Bunları sadece eylemci olarak gösterme çabaları ve olayın akabinde ‘kaybedilen üç can’ ifadeleri, vicdanları yaralar. Bu eylemi yapanlar ya da yaptıranlar, Gezi olaylarının sembolü yapılmak istenilen Berkin Elvan’ı sadece kullanmaktadır.

Gezi olayları sırasında yapıldığı iddia edilen Hukuk dışı uygulamalar tabi ki araştırılır, tabi ki soruşturulur. Hukuk çerçevesinde gereken cezalar da verilir. Nitekim rahmetli savcının basına son sözleri “Devletin suçlu korumak gibi bir görevi olamaz. Berkin Elvan’ın faillerini bulmak istiyoruz” olmuştur.

Berkin Elvan üzerinden “Gezi Ruhu” denilen devlete karşı başkaldırı olayları canlı tutulmaya mı çalışılmaktadır?

Seçim öncesinde, ülke karmaşa ve güvensizliğe sürüklenerek milletin iradesi üzerine ipotek mi konulmak istenmektedir?

Yasadışı bu sol örgütün taşeron olduğu bilinmektedir, arkasında hangi küresel güçler bulunmaktadır?

C. Savcısına yapılan bu saldırı ile neler hedeflenmektedir?

Çağlayan Adliyesi’nde yaşanan terör eylemi bütün yönleri ile ele alınmalı ve soruşturulmalıdır. Ayrıca bu olayda emniyet ve istihbarat zafiyeti var mı? Bu konu da yetkililerce araştırılmalı ve gereken yapılmalıdır

Bu örgütün eylemlerinin genellikle devlet görevlilerine ve emniyet binalarına yönelik olduğu gözden kaçmamalıdır. Bu eylemin amacının da adliye ve güvenlik personelini yıldırma, sindirme amaçlı olduğu söylenebilir.

Bu tür eylemlerde, yabancı istihbarat elemanlarının yönlendirme yapması hatta teröristleri eğitmesi mümkündür. Böyle bir durum söz konusu ise DHKP-C örgütünün kendisine yakın gördüğü Suriye ve bu tür örgütlere taşeron işler gördürmekte maharetli olan İsrail gizli servisleri akla gelebilir.

Türkiye, eksikliklerine ve eleştirilebilir yönlerine rağmen, çözüm süreci ile ilgili doğru bir adım atmıştır. Alevi vatandaşlarımızın sorunlarının çözümü noktasında ise iyi niyetli çabalarını sürdürmektedir. Hiç bir kimsenin diğerini ötekileştirme, inancını ve kimliğini sorgulama hakkı yoktur.

DHKP-C terör örgütünün Cem evlerini istismar ettiği, genellikle yönetimden hoşnut olmayan alevi gençlerini önce sempatizan daha sonra da militan hale getirmeye çalıştığı bilinmeyen hususlar değildir. Bunun önüne geçecek önleyici tedbirler mutlaka alınmalıdır.

Türkiye yeni bir yola girmiştir. Özgürlüklerin önünü açacak yeni bir anayasa, yeni bir sistem gündemdedir. Temel hak ve özgürlükler, Hukuk’un üstünlüğü, insan hakları gibi evrensel değerlerden vazgeçilemez. Bununla birlikte, güven ve huzur içerisinde yaşama hakkı olmadan da bir ülke ayakta kalamaz. Bu dengenin sağlanması gerekir.

Alınan her önlemi, güvenlikle ilgili çıkarılan her yasayı “polis devletine döndük”mantığı ila izah etmek doğru değildir. Burada önemli olan Hukuk’tur. Yetkilerinin dışına çıkan, suç işleyen kim olursa olsun cezasını görür.

Birileri bu gümrük eziyetine dur demeli

Dünya’nın birçok büyük havalimanından geçiş yaptım. Antalya Havalimanı gümrük memurları gibisini hiçbir yerde görmedim.

Daha 20 gün önce Kanada’nın en büyük havalimanlarından biri olan Toronto Havalimanı´nı da kullandım. Bizdeki gibi yolcunun yanında küçük büyük ne varsa x-ray cihazından geçirilmiyor. Ancak şüpheli gördüklerini çevirip kontrol ediyorlar.

Bizdeki uygulama oldukça itici, eziyet eden türden. Bazı gümrük memurları herkesi sıraya sokup resmen potansiyel kaçakçı muamelesi yapıyor ve kontrol ediyor. Sadece kontrol etmiyorlar kötü davranıyorlar. Yolculara sert davranıp, hakaret bile ediyorlar. Geldiğine geleceğine pişman edip, daha bismillah havalimanında hoş geldin eziyeti yapıyorlar.

Geçtiğimiz günlerde bizim Antalya Havalimanı 1. Dış Hatlar Terminali´nde görevli gümrük memurlarının insanları öfkelendiren, geleneksel Türk konukseverliğine turizm olgusuna, ruhuna yakıştıramadığım o uygulamaların birine daha tanık oldum.

Geldiğimiz uçakta İstanbul üzerinden transit Antalya’ya gelen golf oyuncuları vardı. Valizlerinde golf sopaları ve malzemeleri vardı. Hepsi tek tek x-ray cihazından geçirildi. Buraya kadar eyvallah denilebilir. Uzun uzun çantalar, belki oradaki memurun hayatında hiç görmediği korkunç golf sopaları mutlaka kontrol edilmeliydi.

Bazılarının kabinlere sığan çantaları bile cihazdan geçirildi. Biri itiraz eder gibi oldu. Ağzının payını aldı.

Ah benim güzel yurdumun güzel memurları. Siz o gelen misafirlerin hangi şartlarda bu ülkeye getirildiğini, ne emekler verildiğini biliyor musunuz?

Onların ülkesine gittiğinizde aynı eziyet size yapılsa ne düşünürsünüz? Hangi şehirde ve havalimanında görev yaptığınızın farkında mısınız?

Bu görevlilere veya onlara bu emri verenlere buradan sorulacak çok soru, söylenecek çok söz var da bir işe yarar mı bilmem.

Bu arada transit yolcuları Antalya Havalimanı´nda rahatlatan ve örnek saydığımız bir uygulamanın, transit yolcuların valizlerinin iç hatlara gelmesi uygulamasının kaldırılması konusu yukarıda dile getirdiğim sorunun da bir ürünüdür.

ICF Antalya Yönetimi tarafından DHMİ ve Gümrük yetkililerini ikna ederek transit gelen misafirlerin işini kolaylaştırmak amacıyla hayata geçirdiği bu uygulamanın yine gümrük yetkililerinin kontrol zorluğu ve maliyetleri arttırdığı gerekçesiyle kaldırması ayrı bir sorun olarak karşımızda duruyor.

Bir başka havalimanında pasaport ve gümrük kontrolünden geçen bir yolcu Antalya’ya geldiğinde sadece valizlerini alabilmek için dış hatlar terminali bagaj alım bölümüne gidiyor ve bir kez daha gümrüklü alandan kontrol edilerek ülkeye giriş yapıyor. Bazı yolcular iç hatlar – dış hatlar karmaşası arasında kayboluyor, yanlış otobüse binenler valizine ulaşabilmek için saatlerce uğraşıyor.

Konuyu anlatırken benim, okurken sizlerin yorulduğu bir uygulamada acaba sorunu birebir yaşayanlar nasıl bir yorgunluk ve stres yaşıyor artık bunun da takdirini yorumunu size bırakıyorum.

Şimdi buradan Antalya için son derece önemli saydığım bu sorunun çözümü için öncelikle Antalya’nın yetiştirdiği Alanyalı Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu olmak üzere, Antalya Valisi Muammer Türker, Antalya’da görev yapmış İçişleri Bakanlığı Müsteşarı Sebahattin Öztürk ve Antalya Havalimanı işletmesi yönetimini göreve çağırıyorum.

Çözüm üretilene kadar bu konunun mygazete olarak takipçisi olacağımızın da bilinmesini istiyorum.

Valilik yine çok geç kaldı

Kötü hava koşulları nedeniyle zaman zaman valilikler okulları tatil ediliyor.

Kimi zaman bu kararlar işe yarıyor, bazen de yaramıyor.

Tıpkı bugün olduğu gibi.

Valilik bu sabah 06’dan sonra Antalya Merkez ilçelerinde okulların tatil edildiğini sosyal medya üzerinden ve basın yayın organlarına geçtiği mail yoluyla duyurdu.

Herkes twitter- facebook gibi sosyal medya araçlarını kullanmıyor.

Peki bu duyuru kaç kişiye ulaştı? Ulaştıysa da zamanında ulaştı mı?

Her öğrenci servise binmiyor. Bu manada çoğu öğrenci okulun tatil edildiğini yolda, bir o kadarı da okula gidince öğrendi ki bu durum kadar tepki çekti.

Aralık ayı içinde de benzer olayı bir kez daha yaşamıştık. O zaman da sabaha karşı okullar tatil edildiği için velilerin yoğun tepkisine neden olmuştu. Aynı olay tekrar edince anladık ki geçmişten hiç ders çıkarmamışız.

Bu sabah itibariyle telefonlarımız hiç susmadı.

Veliler öfkeli, sinirli… Yine her yerden tepki yağdırdi.

Henüz kendisiyle tanışma imkanı bulamadığım Antalya Valisi Muammer Türkerbu yazıdan dolayı bize gücenmesin. Gerçekten velilerin, öğrencilerin tepkisi çok büyük. Amacımız velilerin sesi olabilmek, tepkilerin medya aracılığı ile valiliğe ulaşmasına aracılık etmek.

Meteoroloji bir gün önce hatta birkaç gün öncesinde şiddetli fırtına ve sağanak yağmuru duyuruyor. Bizler de bu uyarıları haber yapıyoruz zaten.

Her türlü veri ve tahminleri alabilme imkânı olan Antalya Valiliği’nin böyle hatalar yapmaması lazım.

Eğer okulları tatil edecekseniz ve bunun da bir işe yaramasını istiyorsanız bir gün önce tatil edin lütfen.

Umarım bir daha böyle hatalar yapılmaz ve hiçbir vatandaşımız da çile yaşamaz.

Antalya Gazeteciler Cemiyeti ve Akdeniz Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı. Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı. Yeni Alanya, Antalya Ekspres, Güneş ve Cumhuriyet Gazeteleri Alanya Muhabirlikleri. Tercüman, Bulvar, Akşam ve Sabah Gazeteleri Antalya Bölge Temsilciliği görevlerini yaptı. Yazarımız Yeni, MYGazete.com ve MY DERGİ kurucusu olup halen Genel Yayın Yönetmeni olarak görevini sürdürüyor.