Vah Ispartalım vah!

Batı Akdeniz Kalkınma Ajansının (BAKA) Genel Sekreteri Tuncay Engingörevinden alınmış.

Beklenmedik bir durum olunca biraz araştırma gereği duydum. İlk önce Isparta Cemiyet Başkanı Şevket Karahan’ı aradım. Şevket ve diğer aradığım gazetecilere göre, alınma gerekçesi malum siyasi. Olayın iki kahramanı ise, Ak Partili iki Isparta Milletvekiliymiş. Tuncay Engin’i kendilerine emir kulu yapamadıkları için amiyane tabir ile bürokratı YEMİŞLER

Isparta’nın evladı olan Tuncay EnginBAKA Genel Sekreterliğine atandığından beri ajansın kuruluş amacına uygun, Antalya– Isparta ve Burdur’un ortak kalkınması için gece gündüz çalışan dürüst bir bürokrattı.

Şimdi onunla uğraşan ve görevden aldıran milletvekillerine sormak istiyorum; Isparta için bugüne kadar ne yaptınız? Taş üstüne taş koydunuz mu da çalışan bir bürokratla uğraşıyorsunuz?

Tuncay Engin neden görevden alındı? Bizim bilmediğimiz bir kusur mu işledi? Bu soruların cevabını görevden aldıranlar kamuoyu ile paylaşmalıdır.

Tuncay Engin’i, Kalkınma Ajansı Kurul üyeliğimden dolayı tanıyorum. Antalya-Isparta ve Budur illerimizin kalkınmasına yönelik çabalarını biliyorum. İnandığımız güvendiğimiz bir isim olması hasebiyle bu yazıyı yazma gereğini duydum.

Böyle bir yazı kaleme aldığım için siyasete kurban, görevinden alınan bir bürokratın tekrar geri iade edileceğini de sanmıyorum. Dürüst ve de çalışkanlığına inandığımız bir insanın arkasından böyle bir yazıyı fazlasıyla hak ettiğine inanıyorum. En azından haksızlığa sessiz kalarak duyarsızlar sınıfında kalmamış oldum.

Batı Akdeniz Kalkınma Ajansı’nın Genel Sekreteri görevden alınırken özellikle ajansın yönetim kurulunu oluşturanlara da sormak lazım: Antalya-Isparta ve Burdur’un kaderi kişisel hırslara çıkar ilişkilerine heder edilmemelidir diye?

BAKA Isparta milletvekillerinin çiftliği veya o kentimize özel kurulmuş bir kurum değildir.

Batı Akdeniz Kalkınma Ajansının merkezi her ne kadar Isparta ilimizde olsa da bu ajans aynı zamanda Antalya ve Burdur illerimizi de kapsama alanına almaktadır. Öncelikle birileri bu iki milletvekiline, BAKA’nın ne olduğunu amaçlarını anlatmalıdır.

Hiç kuşku duyulmasın ki, aynısını Antalya Milletvekilleri yapsaydı yine benzer tepkiyi kaleme alırdım.

Tuncay Engin, bölge halkının kendi yetişmiş değerlerine sahip çıkamama konusunda ne ilk ne de son örnek olacaktır.

Antalya-Isparta Burdur’un bence asıl sorunu birlik olmamaktır. Değerlerimizin değerini bilip sahip çıkmayı beceremediğimiz sürece bölgesel kalkınmadan söz etmek mümkün değildir.

Bilmem anlatabildim mi?

Adrasan’da iki kere yandım

Bayram tatili nedeniyle gittiğim Adrasan ‘da gördüklerim, duyduklarım karşısında adeta iki kere yandım.

Dünya’nın en güzel koylarından biri olan Adrasan’ın ormanlık tepelerinden bir bölümü yanmış kül olmuş. Koy sakinlerine soruyorum, “neden yandı Adrasan” diye.

Ağız birliği yapmışçasına hemen hemen hepsi, “yanmadı, yaktılar” diyor.

Görenlere, gidenlere, yaşayanlara sormak istiyorum: Yeryüzünde Adrasan gibi, Olympos gibi tarihle doğanın, deniz ve kumla güneşin bütünleştiği ikinci güzel bir yer gösterebilir misiniz?

Peki bu kadar değerli bir bölgeyi koruyabiliyor muyuz?

Benim gördüğüm kadarıyla HAYIR!

Eğer göz bebeğimiz gibi bakabilseydik, sevseydik doğayı, koruyor olurduk, yanmazdı, perişan halde olmazdı Adrasan gibi yerler…

Şimdilerde yerlerine yeni fidanların dikilmesi için ilgili kurumlar seferber vaziyette. Keşke yanması kolay kızılçam yerine zeytin gibi yanması, tutuşması zor ağaçlar diksek… Keşke o bölgede yaşayanlara tıpkı batıda olduğu gibi ormanları zimmetlesek, koruması için bekçilik görevi verebilsek… Tabii ki bu ayrı bir yazı konusu.

Adrasan’ın derdi sadece yangınla sınırlı değil elbette.

Bakımsızlık, denetimsizlik ve işletmecilerin gelen misafirleri yolunacak tavuk gibi görmesi, denize ve tarihi mekanlara giden yolların toz toprak içinde olması, çevrenin bakımsızlığı dikkatimi çeken başlıca sorunlar olarak karşıma çıktı.

Sadece Adrasan değil, OlymposÇıralıSideAlanyaKemerBelekKundu gibi turistik tesislerin yoğun olduğu, özellikle belediyesi kapanan beldelerde bu sorunlar daha fazla kendini gösteriyor.

Buraların sahibi kim? Sahillerden kim sorumlu? Çöpü kim alır? Denizin temizliğinden kim sorumlu?

İlçe Belediye Başkanına soruyoruz, “sorumluk Büyükşehir’in” diyor. Büyükşehir’e soruyoruz, “ilçe belediyesinin” diyor.

Topu taca atmanın, lafı evelemenin gevelemenin hiç gereği yok.

Bir porsiyon tavuk kanadından 30 TL ücret alan, üstü başı pislik içinde, mutfağında hamam böcekleri ve farelerin dolaştığı, sıfır hizmet karşılığı kazık mekanlarla dolu güzelim kıyılar… AdrasanÇıralı Olympos, DemreKaşKalkanFethiyeBodrumMarmaris gibi güzelim koy ve sahiller pislik içinde, adeta imdat diyor. Tekneler Tanrı’nın verdiği doğal güzelliklere tur düzenleyerek para kazanıyor ama yine kendi ekmek kaplarının içine yapıyorlar. Turizmi böyle mi yapacağız? Böyle mi gelişeceğiz?

Binlerce yıldır onlarca medeniyete ev sahipliği yapmış tarihi eserlerimiz, doğal güzellikler bugüne kadar tahrip olmamış, yanmamış, yıkılmamış ama günümüzde yanıyor, yıkılıyor ve bakımsızlıktan perişan…

Peki neden?

Sebep belli: Sevmiyoruz doğayı, sevmiyoruz tarihimizi, sevmiyoruz kendimizi, yarınımızı…

Sevmediğimiz için yanıyor Adrasan…

Sevmediğimiz için pislik içinde güzelim sahiller…

Sevmediğimiz için yollar toz toprak içinde…

Sevmiyoruz, sevmiyoruz, sevmiyoruz…

Çok yazık…

Her şey dahil, kavgalar hariç!

Düne kadar Alman ve Rus tatilcilerin aynı otelde kalmak istemediklerini ve onların rutin kavgalarını haberleştiriyorduk. Bugünlerde Ukraynalılar ile Rusların, son olarak da yine Ruslarla Hollandalıların tatil kavgalarını, üstelik ülkeler savaşı varmış gibi haberleştiriyoruz.

Dikkat ederseniz Ruslar kavganın mutlaka bir tarafı olarak görünüyor. Bizim medya Ukraynalıların sosyal medyadan paylaştığı kavga görüntüleri ve sağdan soldan duyduklarını araştırmadan, soruşturmadan abartılı bir şekilde haber yapıp ekranlara taşıdı. Elbette rakip ülke medyası da bunu fırsat bildi, sanki Antalya’da ülkeler savaşı varmış gibi, biraz da bizim medyadan servis edilen haberleri alıp ‘Türkiye’ye gitmeyin’ diye yayın yapmaya başladı.

Biz de araştırdık, nedir olayın aslı astarı diye, karşımıza bilindik 40 derece sıcak ve alkolün karışımıyla kendini gösteren normal birkaç adli vaka çıktı. Tatil köylerinde çıkan kavgaların büyük çoğunluğu ya ‘her şey dahil’ ürünü bedava alkolün etkisi, ya da ailesi veya sevgilisiyle tatile gelen erkekler ve bekar tatilciler arasında çıkıyor. Emniyet kayıtları ve konunun uzmanları siyaset içerikli vakaların yok denecek kadar düşük olduğunu, polis veya jandarma kayıtlarına düşen kavgaların büyük oranda kıskançlık ve alkolün etkisiyle çıktığını söylüyor.

Zaten tatsız-tuzsuz giden turizm sezonunun ortasında bu tür haberleri yaymak isteyen fırsatçıları daha önceleri de gördük. Sanki Türkiye’de Rus-Ukrayna veya Rus-Hollanda savaşı varmış gibi, ortaya servis edilen haberlerin maalesef olumsuz etkisi çok büyük. Bu olaylar haber mi? Elbette haber. Ancak tatilde çıkan bu kavga haberleri ile Kemer çarşı merkezindeki iki komşu esnafın birbiriyle olan rutin kavgası eşdeğer bir haberdir. Yani rutin bir 3’üncü sayfa polis-adliye haberidir.

Votkayı fazla kaçırınca kendini kaybeden Rusların rutin kavgası sadece Türkiye’de olmuyor. Bir tarihte Rusya’dan Tayland’a uçuyoruz. Gökyüzünde bir anda uçağın içi karıştı. Kavga edenler iki kişi ve ikisi de Rus vatandaşı. Kavgacıları kabin memurları yatıştıramayınca uçak en yakın havalimanına iniş hazırlığına başladı ki kavga bitti. Gittiğimiz Tayland Havalimanı’nda kavgacı iki Rus polis tarafından gözaltına alındı.

Yine bir başka tarihte Ukrayna’dan Antalya’ya dönüyoruz. Aynı şekilde votkayı fazla kaçıran Ukraynalılar uçakta rezalet çıkardılar. Ruslar maalesef alkolü seviyor, fazla kaçırınca da sapıtıyor. Gittikleri her tatil ülkesinde benzer kavgaları yapıyor ama hiçbir ülkenin medyası bu kavgaları sanki o ülkede bir Rus-Hollanda veya Rus-Alman savaşı varmış gibi haberleştirmiyor. Bizim ülkemizde abartılı haber özeleştirisini yapmak zorundayız.

Birçok ülke vatandaşının aynı anda konakladığı, aynı anda yemek yediği, aynı plajda, havuzda yüzdüğünü düşünün. Hatta bu sayının bazı tesislerde binlerle telaffuz edildiğini düşünürsek adli bir vakanın olmaması mümkün değil. Bin nüfuslu bir beldede bile ölümlü, yaramalı birçok olay olabiliyor. Haberci arkadaşlarım bana biraz bu yazıdan dolayı gücenecek ama insanın olduğu her yerde benzer vakaların olabileceğini düşünerek memleket menfaati açısından abartılı haberlerden uzak durulmasını öneriyorum.

Turizmcilerin avukatlığını, sözcülüğünü yapmak bana düşmez. Bu tarz olayların olmaması veya azalması için alınması gereken tedbirleri elbette ilgili kurumlar ve tesisler, sektörden sorumlu olan örgütler düşünecek, çözüm üretecektir. Tesisler kapı güvenliğine verdiği önemi iç güvenliğe de vermelidir.

Turizm sezonunun tam ortasında Türkiye’de bir olay olsa da haber yapsak diye kenarda akbaba gibi bekleyen rakip ülke fırsatçı medyasına fazla malzeme vermemek lazım. Geçmişte bu fırsatçılar maalesef bazı olayları iyi kullandılar ve Türk turizmini sıkıntıya düşürecek haberlerle büyümesini engellediler, sektöre zor anlar yaşattılar.

Olayları haber yapmayalım demiyorum. Yapmasan ne yazar. Siz olayı saklasanız bile, Yayın Koordinatörümüz Mustafa Tuncel’in köşesinde yazdığı gibi artık elinde akıllı telefon olan herkes gazeteci. Olay daha polise intikal etmeden fotoğraf ve haber uluslararası ajanslara düşüyor. Orada olayı gören biri elindeki cep telefonuyla çektiği görüntü veya fotoğrafı ülkesindeki medya kuruluşuna ulaştırıyor. Yetmedi, sosyal paylaşım sitelerine gönderiyor. Tıpkı son olarak Ukraynalı turistlerin twitlerine yansıyan kavga gibi.

Olayı haber yapalım ama iyi araştıralım, olduğu gibi doğrusu neyse onu verelim. “Her şey dahil, kavgalar hariç”(!) sistemi nedeniyle tıka basa 40 derece sıcak altında bedava içilen alkolün de etkisiyle çıkan rutin kavgaları siyaset içerikli, planlı, ülkesel kavga gibi sunmanın bize faydası yok, tersi zararı var.

Bilmem anlatabildim mi?

Bu yazı MYGazete.com‘da yayınlanmıştır.

21. Yüzyıl’ın kan emicileri!

Gördükçe ajanslardan düşen kumlar içinde oyuncağı ile parçalanmış çocuk cesetlerini, izledikçe o insanlık dramı görüntüleri, dizlerimin bağı çözülüyor, titriyorum sinirden, utanıyorum insanlığımdan, içim kan ağlıyor…

Şimdilik dua etmekten başka, bebek katillerini lanetlemekten başka elimden hiçbir şey gelmiyor…

Acizlik, çaresizlik belimi büküyor, canımı sıkıyor…

İşte en kötüsü de bu… Göz göre göre çocuklar oyun alanlarında, bebekler anne karnında, kundakta öldürülüyor…

Yanıyor içim, dağlanıyor yüreğim…

Ben ağlasam, yansam ne yazar?

Filistin’de, Suriye’de, Irak’ta dünyanın başka başka coğrafyalarında insanlık ağlıyor…

21. Yüzyıl’ın kan emicileri, plajda dünyadan habersiz oyun oynayan çocukların üzerine bomba yağdıracak kadar vahşileşiyor, canavarlaşıyor…

Dünya ağlıyor, insanlık ağlıyor, vahim olan ise hepimiz sadece izliyoruz…

21. Yüzyıl’ın yüz karası, vahşi kapitalizmin zalim oyuncuları; ne istiyorsunuz masum insanlardan, çocuklardan, bebeklerden?

Sessiz kalan, susan ey kan emici figüranlar, ey kendini insan sanan yaratıklar! Bir gün tarih sizi yargılayacak ve asla affetmeyecek…

Ey uykucular!

Uyuyun… uyuyun, hep öyle kalın, hiç uyanmayın!

Turizmde “Booking” Savaşları

Can çekişen turizm sektörü içinde bulunduğu krizleri atlatabilmek için çıkış yolları ararken,  şimdide dünyanın en büyük online rezervasyon sistemlerinden biri olan Booking.com’a getirilen erişim yasağı şokunu yaşıyor.

Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği TÜRSAB tarafından mahkeme kararıyla getirilen yasak akıllara ziyan.

Bir kısım TÜRSAB yanlıları yasağı savunurken bilakis otelciler sert tepki gösterdi. Haklılar da…

Çağ teknoloji çağı diyoruz. Ama tüketicin lehine olan çağdaş güvenilir bir rezervasyon sistemini yasaklıyoruz. Rekabet, işin içinde haksızlık yoksa iyi birşeydir. Tüketicinin daha kaliteli ve ucuz hizmet alabilmesine imkan sağlar.

Yasakçı zihniyet hiçbir zaman gerekçesi ne olursa olsun kabul edilir bir şey değildir.

Türkiye’de kaçak onlarca seyahat acentesi yıllardır tatilcinin canına ot tıkarken bu yasakçı kafalar neredeydi?

Bu birliğin içine çöreklenmiş sektörün sorunlarından uzak  yasakçı kafaların böylesi sıkıntılı bir dönemde krizden çıkış için destek olacağı yere çomak sokması aslında bana çok da sürpriz gelmedi.

Daha geçtiğimiz günlerde okumuştum bir turizm haber portalında kaçak faaliyet gösteren korsan bir acentenin TÜRSAB Başkanına kapı komşusu olduğunu.

Yıllardır bu ülkede korsan acenteler  veya denetimsizlik yüzünden onlarca tatilci mağdur edildi ve  insanlar ellerinde valiz ya otel kapılarında yada yollarda, ortada bırakıldı.

Şimdi bu yasakçı kafalara sormak istiyorum  erişim engeli koydurduğunuz booking.com online rezervasyon sistemi kaç kişiyi mağdur etti?

Booking’in Türkiye versiyonu onlarca teknoloji ürünü  online rezervasyon siteleri var. Geçmişte bunların çoğu battı ve onca tatilciyi mağdur etti.

TÜRSAB mağdur olan kaç kişinin parasını iade etti?

Şimdi bunlara nasıl güveneceğiz? Vatandaş güveneceği dala tutunmak istiyor. Bu konuda işini iyi yapanı elbette tenzih ediyoruz ancak senin ülke notun kırık arkadaş. Tüketici senin kontrolündeki daha doğrusu kontrol edemediğin denetimsiz bıraktığın sisteme korsanlara güvenmiyor. O zaman ne istiyorsun booking.com’dan?  Bırakın insanlar arzu ettiği siteye girip alternatifli olarak istediği yerden istediği tesisi seçip tercihini yapsın!

Niçin alternatifleri azaltıyorsunuz?

Böylesi sıkıntılı bir dönemde yasak doğru bir karar mı? Bana göre hangi gerekçeyle olursa olsun eğer tüketiciye zarar vermiyorsa yani alan razı, veren razı ise yasaklama getirmek kolaycılık ve acizliktir!

TÜRSAB, Türkiye’nin yasa ile kurulmuş ilk turizm birliğidir. Kimse kusura bakmasın ama onca yıldır bu sektörün içindeyim, yazıyorum çiziyorum bu yasakçı birlik kasasına topladığının  üyelerinden aldığının karşılığını vermediği gibi düştüğü hantal yapısı ile maalesef turizm sektörünün her geçen gün kamburu haline gelmiş sadece başındakilere hizmet etmektedir.

Şimdi birileri bu aldırdığı yasaklama kararı ile yine seçim yatırımı yapıyordur.

Otelcinin canı yanmış, vergisini, personelinin parasını ödeyememiş TÜRSAB´ın  umurunda mı acaba?

Onların her zaman olduğu gibi tek dertleri ölene kadar iktidarda kalmak!

Çok yazık çok!

Antalya 2023’e koşuyor!

Türkiye’nin göz bebeği, parlayan yıldızımız Antalya son yıllarda üstlendiği dev organizasyonlar ve yatırımlarla adeta göz kamaştırıyor. Bugünlerde Antalya yoğun şekilde aldığı dev kongreler ve ‘Expo 2016‘ya hazırlanırken, bu çılgın kentin kendine özgü sorunları da ilgi ve çözüm bekliyor.

Türkiye’nin parlayan yıldızı diye boşuna yazmıyorum. Bakın Antalya’nın sadece konaklama tesisi yönünden yatırım stoku 50 milyar doları geçmiştir. Tüm bu yatırımlar özel sektör tarafından gerçekleşmiştir. Bu müthiş bir zenginliktir. Sözünü ettiğim rakam sadece otel yatırımlarıdır, sanayi, ticaret, tarım ve bölgeye yapılan devlet yatırımları hariçtir.

İşin özü Antalya’ya 10 liralık harcama yapıyoruz 100 lira kazanıyoruz.

Dünyanın hiçbir yerinde Antalya gibi bir şehir yok ki taşı toprağı altın değerinde, denizi kumu güneşi darphane gibi para basar halde olsun! Bu kentin değeri bilinmeli ve bu zenginliğimizi fırsata çevirmeliyiz.  Bunun için Antalya mutlaka özel bir statüyle yönetilmeli, ehil insanlara emanet edilmelidir.

Antalya Cumhuriyetimizin kuruluşunun 100. yılına rastlayan hükümetin koyduğu 2023 vizyonuna emin adımlarla koşan bir şehirdir.

Böylesi hızlı koşan bir kentte bana göre en büyük eksiğin seçilmişlerle atanmışların birlik olamayışıdır.  Kentin marka değerini düşüren çok basit sorunlar, kısır çekişmeler ve kavgalar yüzünden maalesef çözülemiyor. Bu uyuşmazlığın en bariz örneklerinden biri de kenti doğu ve batıya bağlayan ve hayati önem taşıyan çevre yollarının siyasi çekişmeler yüzünden bir türlü açılamamasıdır. Bir başka çarpıcı örnek ise; turizmin olmazsa olmazı olan kentin kanalizasyon sorununun sadece yüzde 65’inin çözülmüş olmasıdır.

Antalya basit hatalara, kısır çekişmelere kurban edilemeyecek kadar önemli, ülkemizin kalbi adeta şah damarıdır. Son yıllarda sadece turizmde değil tarım ve sanayide de bölgenin yıldızı parlıyor.

Antalyalı işadamları 70’in üzerinde ülke ile iş yapıyor. Dünyanın dört bir köşesinde adam adama markaj ve koşar adımla ülkemize katma değer sağlayan dünya kenti Antalya, her türlü fedakarlığı ve yatırımı hak eden bir şehirdir. Yeter ki bu şehrin değerini bilelim, sorunlarını çözmek için gayret edelim.

Antalya’ya yakışıyor mu?

Arama motorlarına yazdım acaba kim ne yazmış çizmiş şu dünyanın en güzel yeri Antalya Yat Limanı ile ilgili diye… Çok fazla eleştirel doküman çıktı karşıma. Çoğu yakın zamanda kaleme alınmış Antalyalı meslektaşlarımın yazıları.
Önceki akşam bir dostumla Yat Limanı‘na indik. Arkadaşım motosiklet hastası genelde şehir merkezinde ulaşım aracı olarak motosiklet kullanıyor.
Beni de aldı arkasına Antalya Orduevi‘nin önünden Yat Limanı‘na doğru sallandık.
Biraz aşağıya doğru mesafe alınca motosikletin tekerlekleri çukurumsu yerlerinden oynamış taşlar arasında zıplamaya başladı.
Bir iki defa devrilme tehlikesi yaşayınca buna bir de benim motosiklet fobim eklendi ve yarı yolda pes etmek durumunda kaldım. Liman’a yaya olarak indim, daha doğrusu inmeye çalıştım. Çünkü o taşlar arasında yürümek dağlarda patika yollarda yürümekten çok daha zordu.
Sürekli ayağım çukurlara girdi, yerlerinden oynamış keskin kilit taşları arasından Liman‘a ulaşabildim. 
Kaleiçi 
ve Yat Limanı‘nın sorunlarıyla ilgili çok haber yaptık. Ben de defalarca köşe yazdım. Bir önceki yönetim tarafından Kaleiçi ile ilgili çalışmalar yapıldı bunu da zaten herkes biliyor. Yat Limanı‘nın sorunu sadece yollarının rezilliği ile sınırlı değil, bu mekan zamanında ödüller almış, ışıl ışıl, cıvıl cıvıl canlılığı ile Antalya‘nın en renkli en hareketli mekanlarından biriydi. Şimdi gelin görün ki resmen hayalet bir mekan haline dönüşmüş.
Eski halini bilmeyenler belki benim yaşadığım duyguyu yaşayamayabilir ama inanın içim burkuldu yüreğim sızladı.
Antalya için bol keseden atan bu kentin yöneticileri acaba hiç Yat Limanı‘na inmez mi? İnerse de yürümez mi? Şimdi Antalya adına sorumluluk duygusu taşıyan kentin yöneticilerine bir akşam Yat Limanı‘na lütfen yaya olarak gitmelerini tavsiye ediyorum.
Antalya, bir gün önce havalimanında 10 milyonuncu misafirini karşıladı. Dünya markası olma hayaliyle yanıp tutuşan bir kentin can damarı konumundaki bir mekanın sorunlarına karşı kent yöneticilerinin duyarsız kalması bence markalaşma mantığı ile çelişen bir durumdur.
Allah aşkına buranın ışıklandırılması ve parke taşlarının sökülerek yenisinin yapılması çok mu zor?
Bu işin bahanesi yok.
Eğer senin en değerli yerlerin hizmet gitmediği için dökülüyorsa bu büyük bir basiretsizlik, büyük bir ayıptır.
Hiç kimse darılmasın gücenmesin, Yat Limanı gibi Antalya‘nın en değerli mekanlarından birinin hayalet limana dönüşmesine gönlüm razı olmuyor.
Umarım kısa zamanda gereği yapılır, ben de ‘Evet, kentimizin duyarlı yöneticileri adım attılar, gereğini yaptılar’ diye okurlarımla güzel bir yazı paylaşırım.

Farkında değilmişsiniz…

Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ı ‘toplu ulaşım’ ve ‘hükümetle ilişkiler’ konusunda eleştirdiğim geçen haftaki yazıma Akaydın’ın gönderdiği yanıtı değerlendirmek, araya giren yurtdışı seyahatimiz ve yoğunluk nedeniyle bugüne kaldı.
Başkan’ın yanıt hakkı var tabii ki… Kendisini eleştirdiğimiz bir yazıya yanıt hakkını kullandırmak da boynumuzun borcu… Hem Akaydın’ın yanıtını hem de bizim bu yanıt ile ilgili yorumlarımızı bir çırpıda bitirelim bugün…

***

Başkan’ın yazdığı sırayla geçelim konuları…
Akaydın Hocam, ‘hükümetin projeleri engellediğine inanmadığımı’ söylediğim cümlemle, ‘hükümete hakaret ettikçe bu sonuçlarla karşılaşmasının normal olduğunu’ söylediğim cümlemi ‘kendi kendini çürütme‘ olarak yorumlamış…
Hayır…
Ben hükümetin Antalya’ya yapabileceği kadar yatırımı her yoldan yapmaya çalıştığına inanıyorum.
Ama Akaydın’ın hükümetle her fırsatta ters düşmekle yatırımları engellediğine inancım da tam.
Bu bir çelişki değil… Seçimde her şey değişse, hükümette Z partisi varken, Antalya Büyükşehir Belediyesi X partide olsa yine aynı şeyleri söylerim.
Akaydın şunu anlamıyor; artık bir karar vermeli, bir yandan ‘iktidarı kaale almıyorum‘ derken, diğer yandan hükümete kafa tutup tutup, dönüp vatandaşa ‘bana yardım etmiyorlar‘ demek pek etik değil…

***

Akaydın, Başbakan Erdoğan’ı havalimanında karşılamamasına yanıtında, yerel seçimden sonra iki kez randevu talep edip randevu alamamasına yine değinmiş… “Başbakan’a saygısızlığım söz konusu değildir” diyor… Saygı ‘göreceli’ bir kavram olmasa da Akaydın bunu söyledikten sonra yine de bu konuda söylenecek pek söz kalmıyor. 

***

Engellenen projelerden bahsetmiş Akaydın… O konuyu haberlerimizde yeterince ayrıntılı işlediğimiz için geçiyorum…
Şöyle devam ediyor Hocam; “Kendi partililerim de dahil bütün Antalya’nın sizinle aynı görüşte olduğu yönündeki ifadeleriniz de gerçekleri yansıtmamaktadır.” Ben yazdığımın arkasındayım, çıkalım sokağa birlikte alalım tepkileri… 

***

Ve gelelim toplu ulaşım konusuna…
Önce şunu belirteyim… Ben toplu ulaşımda düzenleme yapılmasına karşı değilim… Hatta bu düzenleme uygulamaya geçerken aksaklıkların yaşanmasını da normal kabul ediyorum…
Uygulama ile ilgili vatandaşın tepkilerine duyarsız kalmadık ama Akaydın’ın bu konuda yaptığı tüm açıklamalarını da sayfalarımızda haberleştirdik.
Bir sistemi değiştirmek tabii ki kolay değil, mutlaka bir geçiş sancısı olacaktır, ona lafım yok… Geçiş sürecine çomak sokmak bir yana destek olmak da elbette görevlerimiz arasındadır.
Benim eleştirim ‘Antkart’ı kaldıracağım‘ diye yola çıkan Akaydın’ın sistemi tamamen işkence haline getiren Halkkart ve yeni güzergahlarla karşımıza çıkması…
Akaydın aynen şöyle diyor: “Uygulamaya koyduğumuz yeni Toplu Taşıma Sistemi ile ilgili eleştirileriniz ise hakkaniyetten uzaktır. Antalya’ya modern bir toplu taşıma sistemi getirmekteyiz. Uygulamada bazı sıkıntıların yaşanabileceğini biliyorduk.
Şu anda da bazı eksiklikler yaşanmaktadır.
Ancak alışkanlıkları değiştirmekteyiz. Bu sıkıntılar daha iyi bir toplu taşıma sistemi için yaşanmaktadır.
Sistem tam anlamıyla oturmaya başladığında kentimizin nasıl modern bir toplu taşıma sistemine kavuştuğunu Antalya da görecek sizler de… Yeni Toplu Taşıma Sistemi’nde de Antalya kaybetmiyor, aksine her projede olduğu gibi bizimle kazanmaktadır.”
Bugün ‘ulaşım hattı’ açıyoruz. Şikayet, eleştiri, öneri, ulaşım hakkındaki her şey bu hatta toplanacak ve her görüşü yayınlayacağız…
Evine gitmeye çalışırken fazladan kilometrelerce yol kat edenlerin, otobüsten otobüse helak olanların Başkan Akaydın kadar iyimser olduğunu sanmıyorum…
Her eleştiriye elbette verilecek yanıt bulunur, mühim olan vicdanları rahatlatmaktır. Benim objektifliğim konusunda kendisinin ön yargılarından kaynaklanan şüphelerini doğal karşılarım. Yazı yayınlandıktan sonra okurlardan gelen tepkiler benim ne kadar doğru bir yazı kaleme aldığımı göstermiştir ve benim için de esas olan okurdur, Antalya halkının düşüncesidir.
Hiç kimse bizi Antalya’ya sahip çıkıp sorunlarını kaleme almaktan asla alıkoyamaz.
Üzüntüm odur ki hataların üstü örtülmeye çalışılıyor.
İyi niyetle kendilerine yardımcı olmak için kaleme aldığım bir yazıyı anlamak bir yana üstü kapalı farklı mecralara çekilmek isteniyor.
Gerçekten çok yazık.
Sonuçta Akaydın’ın yanıt verdiği yazımın başlığı ‘Antalya kaybediyor farkında mısınız’ idi…
Başkan’ın yanıtından sonra ana fikir pek değişmedi…
Farkında değilsiniz ama Antalya kaybediyor.
Diyeceğim son söz ve yanıtınıza yanıtım budur.

Kaybeden Antalya farkında mısınız?

Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Akaydın projelerim engelleniyor diye geniş bir açıklama yapmış. Bu şehrin üstelik bu kentte doğmuş büyümüş bir gazetecisi olarak engellenen projeler nelerdir diye ilgimi çekti. Başkan Akaydın, Cumhuriyet Otoparkı, Atatürk Parkı, kentsel spor parkı, stadyum alanı, Sarısu Orman Mesire Alanı, Düdenbaşı Parkı, Altın Portakal ve Toptancı Hal projelerinin merkezi hükümet tarafından engellendiğini ileri sürüyor. Merkezi hükümetin projeleri engellediğine inanmıyorum. Tam tersi desteklediğini biliyoruz. Eğer siz “Bu ülkenin başbakanını tanımıyorum, havalimanına da karşılamaya gitmiyorum” diyorsanız, çıkıp ‘projelerimi engelliyorlar’ deme hakkına sahip değilsiniz. Çünkü siz projelerinizin hayata geçmesi, Antalyalıların hizmetine girmesi için gereken görev sorumluluklarınızı yerine getirmiyorsunuz. Bir takım ideolojik yaklaşımlarla, ülkenin seçimle gelmiş başbakanına saygısızlık yaparak bu kente hizmet üretemezsiniz. O başbakan hangi partiden olursa olsun böyle tavır koyan belediye başkanına bu Ak Partili bir belediye başkanı bile olsa aynı yazıyı yazacağımdan kimsenin kuşkusu olmasın. ‘Hükümet engellediği için yapamıyorum’ dediğiniz o projelerle ilgili zamanında atmanız gereken adımları atmaz, kurumalar arası sözleşmelere riayet etmez, ‘Antalya Ankara’dan zengin’ deyip merkezi hükümeti yok sayar, her cümlenizde para ve destek istediğiniz hükümete hakaret ederseniz böyle bir sonuçla karşılaşırsınız. Her türlü olumsuz yaklaşımlarınıza rağmen merkezi hükümetin bu projeleri engellediği kanaatinde olmadığım gibi tam tersi her alanda hükümetin Antalya’ya büyük yatırımlar yaptığını görüyoruz ve bunları da yazıyor haberleştiriyoruz. İlçe, köy ve beldelere yapılan devlet yatırımlarının hemen tamamını İl Özel İdaresi planlar ve yapar. Antalya İl Genel Meclisi’nin tüm komisyonlarına CHP ve MHP’li üyeler sahiptir. Başkanı da CHP’lidir. Kısacası İl Genel Meclisi’nde Ak Parti muhalefet konumundadır. Bir taraftan CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı “Projelerim merkezi hükümet tarafından engelleniyor” diye ağlıyor, diğer taraftan Antalya’da CHP ve MHP’nin ittifak yaparak sahip olduğu İl Özel İdaresi’ne merkezi hükümetin gönderdiği ödeneklerle büyük yatırımlar yapılıyor. Değerli Akaydın hocam bunları yazdığım için sakın bana gücenme darılma. Kendi partililerin dahil inan bütün Antalya benimle aynı görüşte. Hocam öz eleştiri yapma zamanı gelmiş ve geçiyor. Başka Antalya yok. Aslında sizin şahsi kapris ve siyasi ihtirasınız yüzünden ortaya çıkan kayıplar sizin şahsınızın değil Antalya’nın kaybıdır. Aylardır sizinle ilgili tak satır yazı kaleme almadım. Yazmadığım için de okurlarımdan da büyük tepki alıyorum. Göreve gelmeden önce ‘Antkart ı kaldıracağım’ dediniz, kaldırdınız da… Yerine daha beter bir sistem getirdiniz, trafikte milletin anası ağlıyor. Hocam sözün özü; Antalya kan ağlıyor. Yazdıklarıma inanmıyorsanız gelin Antalya sokaklarında birlikte dolaşalım, kendi gözlerinizle görün, kulaklarınızla dinleyin. Sizden memnunuz diyenler, memnun değiliz diyenlerden bir fazla çıksın sizden bu yazdıklarımla ilgili özür dileyeceğim. Bu kent için gerekirse siyasi ve ideolojik zincirinizi kırın, inadınızı atın artık bir kenara. Hocam siz değil inanın Antalya kaybediyor lütfen fark edin artık!

Turizm önemsenmelidir…

Hiç kuşku yok ki turizm, önemsendiğinde ülkeye ciddi anlamda döviz girdisi sağlayan büyük bir sektördür. Bu sektörün ülkemize katkısını elbette döviz girdisiyle sınırlamak mümkün değil. Yarattığı istihdamdan tutun, mutfağından, odadaki havlusuna kadar 50’nin üzerinde farklı sektörlerden alım yapan Türk turizmi ülke ekonomisinde dev bir sektör olmuştur. Turizm bir ülkenin imajına da katkı sağlayan, aynı zamanda da önemli bir barış sektörüdür. Eskiden gittiğiniz ülkelerde ‘Türkiye’yi tanıyor musunuz’ diye sorduğunuzda çoğu insan ‘hayır’ cevabını veriyordu. Tanıyanların ise bazen cevabı “Evet tanıyorum Türkiye İstanbul’da” oluyordu. Şimdi dünya coğrafyasının hangi noktasına giderseniz gidin artık Antalya’da var. Bu kentlerin sayısı arttıkça yine ülkemiz kazanacaktır. Sıkça yurt dışına gidenler beni doğrulayacaktır, inanın artık Antalya sayesinde dünya insanı Türkiye’yi tanıyor. Antalya sahillerinde yaşadığı güzel günlerle ülkemizi hatırlıyor. Antalya ve çevresine yerleşen yabancıların sayısı çok yakında yerli halkı geçecek boyutta. Özellikle Ruslar ikinci vatan olarak Antalya’yı gösteriyor. Sadece Alanya’da ikamet eden Avrupalıların sayısı 50 bine yakın. Bu rakam neredeyse kent nüfusunun yarısı… Bölgede Rus dili konuşan yerleşik yabancı sayısı ise 40 binin üzerinde. Geçtiğimiz sezon ağırladığımız misafir sayısı ise 10 milyonu aştı. Antalya’nın yıldızı sadece turizm sektörüyle parlamıyor. Son yıllarda aldığı ve büyük başarıyla neticelendirdiği kongreler ve özellikle sanayi ve tarım sektöründeki büyük atılımlarla da ön plana çıkan önemli bir kent Antalya. Türk turizmini olumsuz etkileyen ve acil çözüm bekleyen ciddi sorunları var. Bunların en başında alt yapı sorunları geliyor. Sahillere mantar gibi yayılmış belediyelerin meclisleri maalesef ‘kaldır indir’ yöntemiyle güzel kıyıları adeta ranta teslim etmiş durumdalar. Bunun için Antalya gibi turizmde marka olan kentlerin mutlaka ayrıcalıklı yönetilmesi gerekiyor. Bu kentlerin kaderi her ne kadar demokrasinin olmazsa olmazı gibi görünen seçilmişlerin kaderine terk edilememelidir. Turizm sektörünün, yasal düzenlemelerle desteklendiği zaman cari açığımız dahil birçok derdimize deva olacağı tartışılmaz. Her türlü olumsuzluğa rağmen istatistiklere de bakarsak, turizmde bir çok ülke geriye doğru giderken büyüme gösteren tek ülke Türkiye’dir. Turizm sektörü olarak Bir ülke eğer sizin ürününüzü satmak istemiyorsa “Domatesiniz, biberiniz fazla ilaçlı’ der gümrükten geri çevirir veya tekstilinize kota koyar ancak seyahat etmek isteyen bir insana “Sen Türkiye’ye gidemezsin” diyemez. Yani turizmde kota hele hele teknolojinin geliştiği bir dünyada asla işlemez. Artık dünyanın herhangi bir noktasından insanlar bir tuşa basarak otelini, uçağını paket halinde satın alıp doğrudan tatile çıkabiliyor. Mecliste yasallaşmayı bekleyen en başta meslek birlikleri yasası olmak üzere sektörün önünü tıkayan bazı düzenlemeler yeni meclis çalışmalara başlar başlamaz gündeme alınmalıdır. Ülkemizin dört bir köşesi tam bir açık hava müzesi konumundadır. Turizmi hangi ayda hangi yöremizde yapmak isterseniz müsaittir, dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan tarihi ve doğal zenginlikler bizim topraklarımızda fazlasıyla vardır. Kısacası yok Anadolu topraklarında yoktur Yeter ki kıymetini bilelim. Ankara, bazı kesimlerin ve kentlerin baskısından kurtulmalı sektörün sorunlarına bir bütün olarak bakabilmelidir. Sektör aktörleri ise Türk turizmin gelişmesi ve sorunların çözümüne odaklanmalıdır. Kıskançlıklar ve kişisel kavgalar bu sektöre zarar vermektedir. ‘Ben yoksam sizde yoksunuz’ mantığı ile hareket sorunların çözümüne çomak sokmaktadır. Tıpkı TÜROFED’in Ankara’da yaptığı genel kurulda yaşanan İstanbul-Antalya çekişmesinde olduğu gibi. Antalya’nın bir çok konuya ev sahipliği yapması, sorunların çözümünde ve temsilde söz sahibi olması kimseyi rahatsız etmemelidir. Son yıllarda ülkemizin gelişmesi ve ekonomideki büyümeye ciddi anlamda katkı sağlayan dünyanın göz bebeği yıldız bir kentimizdir. Hepimiz bu kente göz bebeğimiz gibi bakmak, korumak ve hizmet etmek durumundadır. Çünkü Antalya bu ilgiyi fazlasıyla hak etmektedir.

Antalya Gazeteciler Cemiyeti ve Akdeniz Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı. Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı. Yeni Alanya, Antalya Ekspres, Güneş ve Cumhuriyet Gazeteleri Alanya Muhabirlikleri. Tercüman, Bulvar, Akşam ve Sabah Gazeteleri Antalya Bölge Temsilciliği görevlerini yaptı. Yazarımız Yeni, MYGazete.com ve MY DERGİ kurucusu olup halen Genel Yayın Yönetmeni olarak görevini sürdürüyor.