Antalya hak ettiği yerde değil!

Yedi senedir aralıksız her salı farklı konu ve konuklarıyla kahvaltıda buluşan genelde ANSİAD‘a üye işadamlarının dünkü konuğu Antalya Valisi Dr. Ahmet Altıparmak idi. İşlerimin yoğunluğu sebebiyle arada bir aksatıyor olsam da bir yılı aşkındır ben de Antalya Gazeteciler Cemiyeti Başkanı sıfatıyla bu kahvaltı grubunun üyesiyim.

Kahvaltı buluşmaları ve içeriği çok istisnai durumlar dışında ilkesel olarak basına kapalı gerçekleştiği için orada konuşulanları asla haberleştirmiyoruz. Belki de basına kapalı olduğu için konuklar rahat rahat her şeyi konuşabiliyor. Kahvaltıya katılan konuk bazen manşetlik konular bile konuşabiliyor. Her ne kadar haber atlatma dürtülerim beni orada zaman zaman gıdıklıyor olsa da, toplantının diğer meslektaşlarıma kapalı olması elimi kolumu bağlıyor.

Gazetecilik adına doğru mu yanlış mı yapıyorum bilmiyorum ama tüm meslektaşlarımı temsilen davet edildiğim yerlerde etik davranmaya her zamankinden daha fazla özen gösteriyorum. İşte bugün yine o anlardan birini yaşıyorum. Yani iş dünyasının kahvaltı konuğu Antalya Valisi Dr. Ahmet Altıparmak’ı dinlerken aldığım notlardan belki 20 tane manşet haber çıkardı. Ancak buluşma basına kapalı olduğu için, bir de kahvaltı grubu Başkanı Muharrem Koç‘un ağır cezasına maruz kalmamak için masanın ucunda sade bir vatandaş gibi dinlemek ve not etmekle yetindim.

Vali beyin bazı önemli tespitlerini basına açık diğer buluşmalarda da söylemiş olduğu için fazla detaya girmeden paylaşmamak kendime ve Antalya’ya haksızlık olur diye düşünüyorum. Yıllardır bu köşelerden bıkmadan usanmadan yazmaya devam ettiğim Antalya’nın temel sorunlarını Vali öyle güzel anlattı ki etkilenmemek elde değil. Vali Altıparmak, geldiği ilk günden beri doğruları eğilmeden bükülmeden aslanlar gibi söyleyebilen, yetmedi bu sorunların üzerine çözüm odaklı giden cesur bir yönetici.

“30 yıldır alt yapısını çözememiş, sorunlarla dolu bir kentle karşı karşıyayız” diyor.

Bizi sevindiren yönü ağlamıyor ve her söylediği sorunun çözümünü de sözlerine ekliyor. Hep yazdım Antalya bir dünya kenti olacaksa, turizm başta olmak üzere yatırım yaptığı sektörlerden hak ettiği payı kazanmak istiyorsa önce altyapı sorunlarını çözecek. Aklın yolu birdir. Vali bey de diyor ki, “Antalya imar sorunlarıyla perişan olmamalıdır. Çevre korunmalıdır. Lüks tesisleri olan bir kentin muhakkak kendi içinde tezat oluşturmadan tıpkı tesisleri gibi yıldızlı kent merkezlerine kavuşması lazım. Kanalizasyon altyapısını çözerek deniz mutlaka korunmalı”…

Bunları biz de hep yazdık, söyledik. Vali de böyle diyor. O halde sorun nerede? Bir işadamı “Bir kentte sağlıklı ve doğru hizmetler üretebilmek için seçilmişlerle bürokratlar mutlaka işbirliği yapmalıdır, Antalya’da bunu göremiyoruz” dedi ve Vali beyden bu konuda yardım istedi. Belki de şu anda Antalya’nın en büyük sorunu bu olsa gerek.

Aynı partiden oldukları halde aylardır birbirleriyle konuşmayan seçilmişlerin olduğu bir kentten söz ediyoruz. Şimdi size sormak istiyorum acaba böylesi yöneticilerin olduğu bir kentte nasıl sağlıklı hizmet üretilebilir ki?

Vali dahil hepimizin işi çok ama çok zor. Mühim olan zoru başarmak ise o zaman bekleyip göreceğiz. Girişte de yazdığım gibi kahvaltıda konuşulanları haberleştirmiyorum ama ilham alarak bu köşeyi yazdığım için umarım eşitlik ilkesini bozmamışımdır.

Yurtseverlik ve kentlilik bilinci

Bir kentin başlıca temel sorunlarını çözebilmesi için bana göre duyarlı kentlilere ihtiyacı vardır. O duyarlı kentliler aynı zamanda yurdunun kalkınmasını, ileri toplumlar seviyesine ulaşmasında da katkıda bulunmuş olurlar. Bunun için öncelikle yaşadığı kentini karşılıksız sevmesi, tüm değerlerini koruması gerekir.

Bazı entelektüeller bunun adını ‘Kentlilik bilinci’ olarak yorumlar. Üzüntüyle görüyoruz ve tanıklık ediyoruz ki yaşadıkları kente zarar verenler kentlilik bilincini daha fazla kullanıyor ve söz ediyorlar. Bir kenti veya ülkeyi sevmenin yolu o ülkenin veya yaşadığınız kentin değerlerine kayıtsız şartsız sahip çıkmak ve korumaktan geçer. Eğer söz konusu ülke veya kent sevgisi ise bunun asla pazarlığı olamaz.

Geriye dönüp söyle etrafımıza bir baktığımızda, yaşanan tüm tahribatların temelinde sevgisizlik yattığını görmek mümkün. Doğrusunu yazmak gerekirse, sevdiğimizi sandığımız yurdumuza, yaşamakta olduğumuz kentlerimize çok büyük ihanetler ettiğimizi göreceğiz. Bunların en başında benim de yaşamakta olduğum hatta doğduğum büyüdüğüm Antalya kentini örnek gösterebiliriz. Tabii ki genelleme yapmak bazı iyi niyetli kentlilere haksızlık olabilir. Kentlilik bilincini konuşabilmek için iki aşamayı göz önünde bulundurmak soruna daha akılcı yaklaşmak anlamına gelir.

Bunlardan bir tanesi belki de en önemlisi şu: Kentleri daha çağdaş, yaşanılabilir kılmak ve sorunlarını çözümlemek adına hizmetler üretsin diye iş başına gelen makam sahipleri sizce üzerine düşeni yapıyor mu? İkincisi ise, onları denetlemekle mükellef sizler bizler yani vatandaş olarak sorunlar ve yaşadıklarımız karşısında ne kadar duyarlıyız? Bana sorarsanız belki biraz acımasız olacağım ama maalesef o sorumlu diye tabir ettiklerimizle beraber el ele verip birlikte yok ediyoruz. Çevreyi de böyle kirlettik yok ettik, tarihi zenginliklerimizi de doğamızı da…

Dr. Ahmet Altıparmak Antalya’ya ayak bastığı ilk gün odasına giren ve ilk gün kahvesini içen birkaç kişiden biriydim. Vali’nin ilk sözü, “Antalya’da yayalara hiç saygı yok” olmuştu ve Emniyet Müdürü Ali Yılmaz ve Antalya Gazeteciler Cemiyeti Başkanı olarak benden trafikte yayalara öncelik tanıyan bir proje yapmamızı istedi. Bu önemli proje bitmek üzere, hayata geçmesi için yakında Vali beye sunulacak ve start verilecektir. Antalya’da olduğu gibi yurdumuzun her köşesinde benzer o kadar sorun var ki, çözmek yıllar alacak. Bu duyarsızlıkla devam edersek belki de hiç çözülmeyecek.

Trafikte korna çalanlar, yayaları hiçe sayıp onların hakkını gasp edenler aslında yine bizleriz. Kentlilik bilinci, yurtseverlik, ülkesini milletini sevmek öyle lafla filan olmuyor. En önemlisi biz birbirimizi sevmiyoruz saymıyoruz…

Zebani misali herkes bir birinin paçasından tutmuş alaşağı etmeye çalışıyor. Bu vahim durum maalesef ülkemize ve yaşadığımız kentimize olan bakış açımıza da yansıyor. Hiç yok mu ülkesini milletini karşılıksız sevip hizmet üretecek omurgalı diye sorabilirsiniz. Cevabım; elbette var.

Ne yazık ki, çok az kalan o yurtseverleri de vatan haini ilan edip, yok etmeye çalışıyoruz. Ülkemizin ve kentlerin kalkınması için daha fazla yurtseverlere, daha fazla bilinçli ve duyarlı kentlilere, ihtiyacımız var.

Bir mektubun hikayesi

Bölge haberciliğine getirdiğimiz yeni soluk büyük takdir görüyor. Kucaklayan, sahiplenen, irdeleyen ve sorunları çözüme taşıyan habercilik anlayışımızın meyvelerini görmekten son derece mutluyuz. Bu bağlamda günler öncesinden aldığım bir mektubun hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.

Mektubun elime ulaşması ile haber merkezimiz de harekete geçerek bu eğitim çığlığına duyarsız kalmadı. Isparta Açık Cezaevi’nde hükümlü olan Efkan Aksoy, girdiği üniversite sınavında Süleyman Demirel Üniversitesi‘nde eğitim hakkı kazandı. Hükümlü olduğu için kaydı yapılan ancak derslere alınmayan Aksoy’un yardım talebine verebileceğimiz en büyük destek onun mektubunu ‘Bir mahkumun eğitim sevdası’ başlığı ile manşete taşımak oldu. YÖK dahil tarafların görüşlerine yer verdiğimiz haberimizin takipçisi olduğumuzun da altını çizmek istiyorum. Haftanın ilk gününe bu haberimiz damgasını vurdu.

Salı günü yine özel bir habere imza attık. Arkadaşımız Müjdat Göktaş, günde 950 uçağı yönlendiren kuleye girerek başarılı bir haberciliğe imza attı. ‘Göklerin gizli kahramanı’ manşetimiz ile Antalya Havalimanı’nda görev yapan kule ve radar üstündeki yaşamı sizler için sayfalarımıza taşıdık. Bu zorlu ve çok merak edilen gizemli çalışma ortamını hayatın içine taşıdık.

Çarşamba günü ‘Domates cep yakıyor’ manşeti ile ihracat şampiyonu domatesin bu kez zam şampiyonu olduğuna dikkat çektik. Domates fiyatlarının halde bile rekor düzeye ulaşmasında tuta absoluta (domates güvesi) belirleyici olduğunun tespitine yer verdik. Antalya Barosu‘nda 24 Ekim tarihinde yapılacak olan seçimler öncesi gelişmeleri ‘Baro’da seçim yarışı kızıştı’ başlığı ile duyurduk. Antalya Kent Konseyi, hava kirliliği için alınacak önlemleri bir rapor ile açıkladı. Önlem alınmadığı takdirde kışın zor gececeğizi ‘Boğulacağız’ manşeti ile haberleştirdik.

Kış aylarında nefes almakta güçlük çektiğimiz Antalya’da bu yıl tekrara aynı sorunların yaşanmaması için tüm yetkili ve sorumlu birimleri bir kez daha göreve davet ettik. Bu haberimiz İl Koordinasyon Kurulu‘nda gündem belirleyerek konunun yeniden ele alınmasını sağladı. Yine aynı gün ‘Turizmde yeni vizyon’ haberimizde 2010 sezonunun değerlendirilip 2011 yılının masaya yatırıldığı toplantıda çıkan yol haritasını sizlerle paylaştık. Cumartesi günü ‘Altın Portakal coşkusu’ başlıklı manşetimiz ile festivalin startını verdik. Ve bugün size ulaşan festivalin tarihçesini içeren çok güzel bir ‘Altın Portakal’ ekini hazırladık.

Haftanın son günü sür manşette ‘Bitmeyen tartışma’ başlığı ile Altın Portakal‘da yaşanan Kusturica tartışmasını sayfalarımıza taşıdık. Yine aynı gün Altın Portakal ile ilgili tüm gelişmeleri ayrıntılarıyla haberleştirdik. Manşetimizde ise ‘Tanıtım şirketi kaynak arıyor’ başlığıyla turizmde tanıtımı tek elden yapacak olan Tanıtım A.Ş’ye destek arayışını duyurduk.

AKTOB Başkanı Sururi Çorabatır, turizmin geleceği için güçbirliği yapılmasının şart olduğunu söyledi. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’ın Fethiye programını ve gündeme dair konuşmalarını yine biz sayfalarımıza taşıdık. ‘Sağlık kompleksi şoku’ başlıklı haberimizde ise Isparta’da Sümerhalı arsasındaki 23 nolu parselin ayrı tutularak yeniden imara açılma talebinin Belediye Meclisi’nde reddedilmesini gündeme getirdik.

Bölgemizin en ücra köşesine ulaşan Sabah Akdeniz geride bıraktığımız haftada da ses getiren haberleri ve manşetleriyle farkını her zamanki gibi ortaya koydu. Tüm ekip arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ediyorum. Mutlu haftalar…

Antalya’nın yoğun gündemi

Geride bıraktığımız hafta yine yoğun günler yaşadık ve bu yoğunluğu yine SABAH Akdeniz farkıyla siz okurlarımıza ulaştırdı. Akdeniz Bölgesi bir çok siyasiyi ağırlarken, bir taraftan da aşırı sıcaklarla boğuştu.

Marmara Bölgesi’nde 17 Ağustos 1999 tarihinde yaşanan depremin ardından Antalya’da olası bir deprem için hiçbir önlem alınmaması endişe yaratıyor. Konuya ilişkin haberimizi ‘Deprem riski korkutuyor’ manşeti ile haftanın ilk günü duyurduk. Uzman görüşü ve çalışmalarına da yer verdiğimiz haberimiz yine gündem belirledi. Haftanın ikinci günü ise ‘Yangın kuşları gece de uçacak’ manşetimiz ile özel bir çalışmayı yine sizinle paylaştık.

Türk Hava Kurumu‘nun geçen yıl satın aldığı söndürme uçaklarına gece görüş sisteminin takılacağını ve orman yangınlarına bir süre sonra artık gece de havadan müdahale edebilir hale geleceğimizi sizler için haberleştirdik. Antalya’da emlak fiyatları son dönem büyük düşüş yaşıyor. Haziran 2008 ile Haziran 2010 fiyatları arasında tam yüzde 15.3 azalma olduğu yapılan fiyat araştırmalarında ortaya çıktı. ‘Ev fiyatlarında düşüş sürüyor’ manşetimiz ile bu konuyu gündeme getirdik.

Bu haberimizin yanında, iki gün önceki ‘Deprem riski korkutuyor’ haberimizin devamı niteliğinde, insanların artık eski evleri almaktan kaçındığını vurgulayan haberimize de yer verdik. Öyle görünüyorki Antalya’nın deprem riski konusu daha çok su götürür. Antalya son yıllarda eğitim çıtasını da yükseltiyor. Bu bağlamda ‘Gurur tablosu’ manşetimizde SBS’ye katılan öğrenciler arasında 99’unun 500 tam puan alma başarısı gösterdiğini paylaştık. Aynı gün Hazine’nin 4 parselinin 11.5 milyona satışta olduğu haberini de okurlarımızla paylaştık.

Cuma günü arkadaşımız Gözde Gürer‘in röportajını manşetimize taşıdık. ‘Antalya THK ile uçuşa geçiyor’ dedik. Türk Hava Kurumu, Antalya’yı hava sporları merkezi yapmak için Karain’e Havacılık Eğitim Merkezi kuracak. Havacılık Meslek Yüksek Okulu ise fikir aşamasında.

Cumartesi günü “Zeytinköy’e özel proje” manşetimizle de Yeşildere, Doğuyaka ve Gebizli mahallelerini içine alan Zeytinköy bölgesinin, hazırlanan ıslah proje ile güvenlik problemlerinden kurtarılacağını biz duyurduk. Yine aynı gün “Nazar değmesin” başlığı ile orman yangınlarındaki bu yıl istatistik bilgiler doğrultusundaki çalışmayı haberleştirdik.

Bir başka haberimizde ise Antalya Havalimanının güneyindeki kamulaştırmada sona gelindiğini sayfalarımıza taşıdık. Antalya, Isparta ve Burdur’un yaklaşan referandum kapsamında siyasilere ev sahipliği yapmasını ‘Gözler Akdeniz’de’ manşeti ile derleme bir haberle okurlarımıza duyurduk. TBMM Başkanı ve Antalya Milletvekili Mehmet Ali Şahin ile Sanayi ve Ticaret Bakanı Nihat Ergün Antalya’da temaslarda bulunurken, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu Isparta ve Burdur’da referandum mitingi yaptı.

Geçen haftaya damgasını vuran olayları ve yaşanmışlıkları Akdenizliler yine Sabah Akdeniz’den okudu. Mutlu haftalar…

Günay’ın müjdesi ve Barut gibi konuşma!

AKTOB’un bu ayki konuşmacı konuğu Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz‘ın turizmcilere yönelik Antalya’da yaptığı sunumunu dinlerken turizmin ülkemiz ekonomisi içindeki yeri ve önemini bir kez daha anlamış olduk.

Sururi Başkan açılış konuşmasında, ekrana yansıttığı reel verilerle sektörünün yarattığı katma değeri çok iyi özetledi. Turizmciler soru cevap bölümünde özellikle dalgalı kur sisteminden sonraki kayıplarının altını çizerek Merkez Bankası Başkanı’ndan bu dertlerine çare olmasnı istedi.

Durmuş Yılmaz ise “Bu sistemle size özel bir uygulama yapmamız mümkün değil, size tavsiyem maliyetlerinizi düşürmenizdir” dedi ve turizmcilerin yıllardır üzerinde durduğu kur ayarlaması beklentisini de bir nevi “hayır yapamam” diyerek sona erdirmiş oldu. Bu arada dünkü toplantıda yılsonu görev süresi sona erecek olan TÜROFED Başkanı Ahmet Barut‘un sert konuşması dikkatlerden kaçmadı. Genelde ılıman yapısıyla tanıdığımız Ahmet Barut’un üstü kapalı sert eleştirisi salonda bulunan taraflar üzerinde bir anda soğuk duş etkisi yaratırken, turizmcilerin ruhunu okşadı diyebilirim.

Barut bakın kime ne göndermede bulundu… “Popülist yaklaşımlarla çarşı esnafının mantığından bakarak çok büyük bir sektör olan turizmi yorumlamak, kötülemek artık canımızı sıkıyor. Bazı arkadaşlar otellerin alışveriş mağazası gibi olduğundan şikayetçi oluyor. Otellerde satış daha güvenli olduğu için alışveriş var. Eleştirenlere soruyorum otellerde çalışan esnaf sizin esnafınız değil mi? Burada satılan ürünler sizin ürünleriniz değil mi? Bu konularda 10 yıl önce aynı şikayetler vardı, şimdi de var, yarın da var olacak.”

Barut isim vermedi ama iki kişiye gönderme yaptığını biliyoruz. Biri geçenlerde turizmcisiz turizm toplantısı yapmak zorunda kalan ve bu toplantıda sektöre yönelik ağır eleştiriler yapan ATSO Başkanı Osman Çetin Budak, diğeri de MATSO Başkanı Şükrü Vural‘dı. Şükrü Vural salonda vardı.

Ancak Çetin Budak sadece çiçek göndermiş toplantıya katılmamıştı. Sanırım hafta içi bu sert eleştiriye konunun muhatapları bir yanıt vereceklerdir. Son günlerde esnaf ve turizm sektörü temsilcileri arasında devam eden gergin yaklaşımın perde arkasını bu hafta kaleme alarak aralayacağım. Dünkü AKTOB toplantısının diğer önemli bir konuğu Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay’dı.

Konuşmasının her satırında temsil ettiği turizm sektörünün sorunlarına hakim bir duruş sergileyen ve takipçisi olan Günay, benim de yıllar önce önerdiğim turizmde tek çatı modelinin kısa bir süre sonra hayata geçeceği müjdesini verdi.

“Turizm Yatırımcıları ve Meslek Birliği” olarak bilinen bu yasa tüm engellemelere rağmen meclisten geçer ve hayat bulursa bu sektörün Ertuğrul Günay’ın heykelini dikmesi lazım. Dünkü konuşmasında bir kez daha anladık ki, içi süslü püslü sözlerle dolu eline tutuşturulmuş yazılı konuşma metnine bağlı klasik ve ezberci siyasetçi olmak yerine sektörünün sorunlarını iyi bilen, sonuna kadar da takipçisi olan, samimi ve içten bir profil çizerek herkesin gönlünde yer ediniyor.

Bu durum Türk siyasetinde ender rastlayabileceğimiz önemli bir kazanç olarak karşımızda duruyor. Tabii ki kıymet bilene… Mutlu pazarlar.

Dışarıdaki imajımız Türk şirketleri!

Satılan Öger değil, Türkiye’nin Avrupa’daki imajı, milli değeri ve de geleceğidir.

Dışarıdaki kötü veya bozuk imajımızı turizm yoluyla düzeltebileceğimizi veya düzeltmenin yegane yolunun turizmden geçtiğini hiç kimse inkar edemez. Bir önceki yazımda Öger‘in satışını analiz ederken fotoğrafa çok yönlü bakmaya çalıştım. Amacım Öger’i satın alan Thomas Cook’u kötülemek veya zararlı bir firmaymış gibi göstermek değil.

Elbette Thomas Cook veya TUI gibi şirketler pazardaki paylarını büyütecek kısaca kendi menfaatlerini düşünecektir. Bundan daha doğal ne olabilir ki? Türkiye’den para kazandıkları sürece de biz onlar için çok kıymetli olmaya devam edeceğiz. Uzun yıllardır turizm fuarlarına gidiyorum, ülkeler ve kentleri ziyaret edip turizm adına araştırmalar yapıp yazılar yazıyorum. Türk şirketlerinin pazarda nasıl var olma mücadelesi verdiğini çok iyi biliyorum. Öger Tur konuyu doğru anlamak için çok taze bir örnektir.

Bu örnekler bitmeyecek hatta çoğalacaktır. Türk tur operatörleri başta Almanya olmak üzere birçok Avrupa kentinde adeta bizim milli gururumuz olmuşlardır. Öger bunlardan biri hatta en önemlisiydi. Burada belki biraz milliyetçilik yapmış olacağım ama Avrupa’da, Rusya’da veya rekabette olduğumuz bir dünya coğrafyasında nereye giderseniz gidin en işlek caddesinde Öger gibi bir milli şirketimizin mağazası var. Vitrini Türk bayraklı, Türkiye otellerinin afişleriyle dolu.. Kendi sınırlarınız ötesine gittiğiniz de büyük bir gururdur. Bu durum bizim gibi gelişmekte olan ülkelerin dışarıdaki imajı açısından da büyük kazançtır. Yazdıklarımı teyit eden bir mektup aldım Polonya’dan.

Turizmci Efe Türkel bakın ne diyor? “Türkiye’nin herkesin bildiği gibi en önemli 2 milli davası var: Biri Kıbrıs diğeri sözde Ermeni soykırımı meselesidir. Her iki konuda da zafer ile ayrılmak için Avrupa’da çok yoğun lobi faaliyetleri sürdürmektedir. Ermeni lobisi 2014 yılına kadar tüm Avrupa ülkelerinde, sözde soykırımı kabul ettirmek ve inkarını da suç olarak yasallaştırmak için yoğun çalışma başlatmıştır. Aynı şekilde Rumlar ve Yunanlılar Türkleri Ada’dan atmak için yoğun lobi faaliyetleri sürdürmektedir. Ancak Türkiye’nin bu lobi faaliyetlerinde önemli bir silahı vardır. ‘O’ da “TURIZM”… Türkiye’ye tatile giden ve Türkiye’yi seven sempati duyan milyonlarca Avrupalı var. Biz lobi faaliyetlerimizde bu gücümüzü kullanmalıyız. Türk tur operatörleri için Türkiye’ye turist getirmek her şeyden öte bir MİLLİ GÖREVDİR. Yaşadığımız ülkelerin insanlarına ülkemizi sevdirmek ve onları bir Türk dostu yapmak, ülkemizin geleceği için önem taşımaktadır”

Artık daha ne söylenir bilmem ki… Benim İçim sızlıyor. Eminim ki Vural Öger‘in de içi yanıyordur. Kolay değil, gözü gibi bakıp büyüttüğü dev şirketini sattı. Vural Öger’in bu ülkeye Türk turizmine katacağı çok şey var daha. Umarım küsüp köşesine çekilip gitmez.

Artık Öger Tur İngilizlerin oldu Hayırlı uğurlu olsun. İnşallah ülkemize turizm alanında katkı sağlamaya tıpkı eskisi gibi devam eder. Sonuç olarak, dünya coğrafyasında söz sahibi olan, ülkesini adam gibi temsil eden Türk bayraklı şirketlerin sayısı çok fazla değil. Almanya gibi yabancı düşmanlığının hızla arttığı ülkede bir daha Öger gibi bir markayı yaratmak maalesef mümkün olmayacak. Olsa bile yıllar alacaktır. O halde bize düşen sayıları çok az kalanları korumak, kollamak değil mi?

Bir kez daha altını çiziyorum ki, bu tür satışlar sıradan bir şirketin bir başkasına masumane satışı değildir. Kurumlar gözünde evet bu tür satışlar ticaridir ve son derece de masumanedir.

Satılan Öger değil, Türkiye’nin Avrupa’daki imajı, milli değeri ve de geleceğidir.

Sorunlara karşı duyarlı olmak!

Bir süre önce bu köşeden gündeme taşıdığım ‘Antalya, köpekler ve dünya kenti’ başlıklı yazı üzerine pek çok tepkiler aldım. Duyarlı okurlarımız telefon ve mailler yollayarak, özellikle sabah sporuna çıktıkları falez bandı üzerinde başıboş sokak köpeklerinden yürüyemez hale geldiklerini ve bu işe birilerinin el atmasını istemişlerdi. Bana göre bu önemli soruna Antalya Valisi Ahmet Altıparmak bir genelge yayınlamak suretiyle son noktayı koymuştur.

Gazipaşa Havalimanı ve en büyük tehlike!

Sağ sol çatışmalarının en yoğun olduğu dönemlerdi. Bölgenin en çetin ilçeleri arasındaydı Gazipaşa…

Çıkan olaylar yüzünden bazıları Gazipaşa’ya küçük Moskova bile derdi!

Artık küçük Moskova’nın havalimanı var. Teknik olarak uygundu, değildi gibi tartışmalar olanca harareti ile devam ededursun…

İlk uçak deneme amaçlı da olsa alana indi bile… İnişi gerçekleştiren teknik ekibin hazırlayacağı geniş rapor sonrasında sanırım uçuşlara açılma konusu netlik kazanacak. Bugüne kadar bir Alanyalı olarak tartışmalara objektif olmayacağımı da düşünerek hiç katılmadım. Olumlu veya olumsuz yazı da yazmadım. Ancak tartışmaların odağı olan pistin iniş ve kalkış güzergahındaki teknik konulardaki risk konusu bir yana bana göre eğer sağlıklı bir planlama yapılmazsa bölge turizmini bir başka büyük tehlike daha bekliyor.

Bazen gözümüzün önüne perdeler geriliyor ve gerçekleri göremiyoruz. Söz konusu kendi menfaatlerimiz olduğunda gerçeklerden uzaklaşıyor, kısacası olaylara duygusal yaklaşıyoruz.

Objektif olma konusunda kendime güvenmeme rağmen söz konusu Alanya’nın menfaatleri olunca işin rengi değişiyor. Eğer Antalya olarak 25 milyon turist hedefi koymuşsak, Gazipaşa veya Alanya’ya yakın bir yere havalimanı yapılmasına kimse karşı çıkmaz, çıkmamalı da. Hatta mümkünse bir havalimanı da Kaş-Demre tarafına yapılmalıdır. Ancak bu işin hesabı, kitabı, uçuş planları çok iyi yapılmalı, Alanya Antalya arasında misafirlere yaşattığımız eziyeti, Gazipaşa-Kaş arasında yaşatmamalıyız.

Umarız ve dileğimiz odur ki, devletimiz ve bu işin altına imza atanlar hata yapmazlar. Öncelikle Alanyalı hemşerilerimin bu konudaki tüm eleştiri ve önerileri dikkate almalarını tavsiye diyorum. Bugün benim dikkat çekmek istediğim asıl konu uçağın iniş yapıp yapamayacağı değil. Ona muhakkak uzmanlar karar verecektir. Bir aksilik olmazsa çok yakında yolcular Gazipaşa’ya inmeye başlayacaktır.

Sorun, Gazipaşa uçağına hangi bölgelerin yolcularının bineceğidir. Diyelim ki Kaş veya Kemer’de tatil yapacak bir yolcu Moskova’dan veya Avrupa’nın bir bölgesinden tur operatörü tarafından ekonomik diye Gazipaşa Havalimanı’na indirilirse o zaman ne olacak? Olacağı belli… Göreceksiniz bir süre sonra para kazanmak için fiyat rekabeti işin içine girecek ve Gazipaşa’ya uzak noktalar olan özellikle Kemer sonrası batı ilçelerine tatile gelenler de bu hava limanına inmeye başlayacak işte asıl kıyamet o zaman kopacaktır.

Alanya ve çevresi Antalya Havalimanı’na uzak diye Gazipaşa’ya havalimanı yaptık. Şimdi sormak istiyorum. Gazipaşa’ya 6-7 saatlik mesafesi olan Antalya’nın batı ilçelerine gelecek olan misafirleri Gazipaşa’ya indirenlere ne gibi yaptırımlarımız olacak?

Umarım tayyaresine kavuşmaya çalışan vatansever kardeşlerimiz bu soruların yanıtlarıyla da ilgileniyordur.

Kaleiçi’nin kimlik değil, yönetim sorunu var!

Antalya Kaleiçi ve Yat Limanı kentin çok önemli birer değeri olmasına karşın maalesef var olan değerini günden güne kaybetmeye devam ediyor. Sorunları sürekli yazıp, çiziyoruz, üstelik çözüm önerileriyle nasıl cazibe merkezi olabileceğini dile getiriyoruz.

Her ne hikmetse işin sahipleri duyarsızlığını sürdürüp adeta Kaleiçi’ne sırtlarını dönüyor. Geçenler de yine bu köşeden gündeme getirmiştim. Ciddi paralar harcanarak düzenlenen sokakların eski döküntü haline dönmeye başladığını. Güvenlikle ilgili zafiyet özel güvenliğin kaldırılmasıyla giderek büyüyor. Burada özellikle Belediyeler yetkili oldukları halde sorumluluğu üzerine almadığı gibi Antalya’nın kalbi konumundaki bu merkezi kaderine terk etti. Bildiğiniz üzere Antalya Gazeteciler Cemiyeti’nin yönetim merkezini Kaleiçi’ne taşıdık.

Dolayısıyla sürekli Kaleiçi’ne gidiyoruz. Sorunları bire bir yaşıyoruz. Doğrusunu söylemek gerekirse gördüklerimiz ve yaşadıklarımızı şaşkınlıkla izliyoruz. Geçtiğimiz akşam Antalya İl Emniyet Müdürü Dr.Ali Yılmaz ile birlikte Kaleiçi’ni karış karış dolaştık. Işıklandırma, bazı lambalar kırılmış dökülmüş olsa da harika. Sokaklar aydınlık olduğu için daha güvenli dolaşabiliyorsunuz. Sur arkasında yürürken çok kötü bir lağım kokusuyla karşılaştık. Kaleiçi’nden Yat Limanına indiğimiz zaman ise dünyanın en güzel mekanının kaderine terk edildiğine tanık olduk. Limanın etrafı yol boyu karanlık, parke taşları yerlerinden oynamış yürümek neredeyse imkansız.

Antalya Kaleiçi’nin sorunlarına karşı yıllardır söylenmedik, yazılmadık, çizilmedik söz, söylem kalmadı. Önceden dolaşacağımız güzergâhta Emniyet Müdürü Ali Yılmaz eğer tedbir almadıysa ki bu mümkün değil, çünkü planlı bir gezi değildi. Eskiden sokak araları ve bar girişlerine kümelenen tinerci gibi suç odaklı tiplerin olmaması beni bu kadar olumsuzluk arasında mutlu eden tek olumlu gelişmeydi. Ali Müdür, Kaleiçi ve Yat Limanın güvenliği konusunda emniyet olarak üzerlerine düşen görevi yapmakta olduklarını söyledi.

Çalıştıklarını ve neticesini de gözlerimle gördüm. Ama yetmez. Yerel yönetimlerin de üzerine düşen görevleri var. Bunların da yapılması halinde Kaleiçi’ne yeni bir kimlik aramaya gerek kalmaksızın mevcut kimliği ile kentin cazibe merkezi olmayı bekliyor zaten.

Korkarım ki Kaleiçi böyle başı boş otoritesini kaybetmiş olarak devam ederse kötü niyetliler tekrar buralara inmeye başlayacak ve temizlemekte yine yıllar alacaktır. Kötü niyetliler o sokakları doldurmadan bir önceki dönemde başlatılan ve valiliğin de desteklediği çalışmalar devam etmelidir.

Özel güvenlik tekrar girmelidir bu merkeze. Bugünlerde özellikle Vali Dr. Ahmet Altıparmak geldikten sonra gürültü yayan eğlence mekanlarına karşı çok ciddi çalışmalar yapıldığını biliyorum.

Şimdilerde eğlence mekanı işletmecileri kendilerine zamanında eğlence yeri ruhsatı veren ilgililere isyan ediyor. Böylece uzun zamandır devam eden ama bir ara kesilen “Kaleiçi eğlence mekanı mı, yoksa dinlence mekanı mı olmalı” tartışmaları yeniden alevlendi.

Evet bu konu tartışmaya açılmalıdır. Çünkü bir grup insan Kaleiçi eğlence mekanı olsun diyor bir grup da hayır butik oteller ve restoranların olduğu kültür sanat ağırlıklı dinlence ve gezi mekanı olsun diyor. Elbette bu konuda doğru bir yol bulunacaktır. Ben bu yazımda daha önce Muratpaşa Belediye Başkanı Süleyman Evcilmen’in gündeme getirdiği fakat pek dikkate alınmayan hayati bir öneriyi tekrarlayarak yazımı tamamlamak istiyorum.

Kaleiçi’nde ne kadar yeni yapı varsa mutlaka kamulaştırılarak yıkılmalı ve yerleri park alanı haline dönüştürülmelidir. Her sokağında ayrı bir sanat kokmalıdır. Yıkılmaya yüz tutan evler ivedilikle restore edilmelidir.

Antalya bunları başardığı vakit Kaleiçi’nden çok ciddi paralar kazanacak ve kenti yüzyıllar boyu ayakta tutacaktır.

Satışlar ve Türk turizmin geleceği.

Türkiye’nin yurtdışındaki en büyük tur operatörü Öger Tur‘un, İngiliz turizm devi Thomas Cook‘a satışı üzerine pek çok olumlu ve olumsuz yorumlar yapıldı. Global dünya şartları ve acımasız rekabet koşulları içinde Türk kökenli şirketlerin yabancılara satışına özellikle turizm sektöründe hep olumsuz baktım. Bu satış serbest piyasa ekonomisi dişlileri arasında bir bakıma Öger ailesini ekonomik olarak rahatlatmış olabilir ama bana sorarsanız Türk turizminin geleceği açısından hiç de olumlu sinyaller vermiyor.

Öger’in uzun zamandan beri evlilik dahil, mali sorunlarını aşabilmek adına satış arayışları içinde olduğu bilinen bir gerçek. En son Ruslarla adı çıktı fakat en sonunda bizim güzel gelinimiz Thomas Cook’a uçup gitti. Bu satış karlı bir alışveriş gibi görünse de bana göre Türk turizminin kırılma noktasıdır. Turizmde yaşadığımız bir çok kriz dönemlerinde Öger’in ne kadar önemli olduğunu özellikle Antalyalı turizmciler hatırlayacaktır.

Yabancı bayraklı tur şirketleri Türkiye’ye sırtını dönerken Öger gibi Kayı Tur gibi şirketler daha fazla çalışarak o dönemler batıp gidecek olan otellerimize can simidi oldular. Turizm sektöründe yıldızı parlayan ve ciddi büyümeler sağlayan Türk turizminin parlak yarını için mutlaka Türk bayraklı uçak şirketleri ve Tur operatörlerinin yaşaması gerekiyor. Türkiye rekabet ettiği ülkelerde kıskanılan ve sürekli hedef olan bir ülkedir. Bu bakımdan hem yaşamsal hem de stratejik anlamda firmalarımız korunmalıdır. Bugün bir çok alanda ülkemize kotalar uygulanırken maalesef turizmde bu kotaları uygulamak mevcut sistem içinde mümkün değil.

AB ülkelerinin içinde bulunduğu mali krizi özellikle komşumuz Yunanistan ve İspanya’nın durumu ortada. Paranın AB ülkesi olmayan bir coğrafyaya ne şekilde olursa olsun kayması kimin işine gelir ki? Tekelleşen Avrupalı devler yarın, “Bu fiyatları indirin aksi halde sizi satmayız” dediğinde ne yapacağız. Nitekim bir dönem bunu tam olarak demeseler bile uygulamaya kalktıklarında yine oyunu Öger gibi Türk şirketlerimiz rekabet ederek bozmadı mı?

Talha Görgülü demiş ki “İyi para verirlerse ben de” satarım. Haklıdır, ticari olarak bakarsak evet hakkı da. ALTİD Başkanı Gülçin Güner ile konuşuyorum, “Bu satışlar elbette geleceğe dönük endişeler yaratıyor. Ama özellikle Avrupa pazarında Türk kökenli firma kalmadı. Devlet koruma kollama yasası çıkarmazsa Rusya pazarında da benzer satışlara ve kaymalara tanık olabiliriz” diyor. Ben de aynı görüşteyim. Tüm bu gelişmeler gösteriyor ki turizm sektöründeki bu satışlar evet yatırımcı için iyi, ülkenin geleceği için olumsuz. Adama “satma kardeşim” deme hakkınız da olmadığına göre o zaman satmalarını gerektirecek olumsuzlukları ortadan kaldırmamız gerekiyor.

Thomas Cook eğer TUİ gibi otel yatırımlarına da girerse bana göre hiç sorun yok. Ama sadece pazarlama şirketlerini ve onu taşıyan uçakları satın almaya çalışıyorsa benden söylemesi sonumuzu hayırlı görmüyorum.

Antalya Gazeteciler Cemiyeti ve Akdeniz Gazeteciler Federasyonu Genel Başkanı. Türkiye Gazeteciler Konfederasyonu Genel Başkan Yardımcısı. Yeni Alanya, Antalya Ekspres, Güneş ve Cumhuriyet Gazeteleri Alanya Muhabirlikleri. Tercüman, Bulvar, Akşam ve Sabah Gazeteleri Antalya Bölge Temsilciliği görevlerini yaptı. Yazarımız Yeni, MYGazete.com ve MY DERGİ kurucusu olup halen Genel Yayın Yönetmeni olarak görevini sürdürüyor.